Kayıtlar

Ocak, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sefil ve Garipsin D.!

Resim
*** Birisi bana TRT Türk kanalını neden bu kadar sevdiğimi açıklayabilir mi? Ben bulamıyorum valla ama bildiğin seviyorum. Bi' an geliyor, kendimi yine TRT Türk izlerken buluyorum. Niye ki ya? Sorsan hangi programı izliyorsun diye onu da bilmiyorum. Net bir şey yok yani kafada! Bu kanalı izlerken, kendimi ana vatanından uzak gurbetçi gibi hissediyor oluşum olabilir mi? Yo yo, bu kadar basit olmamalı! Bana mantıklı bir açıklama verin. ***Bugün iş icabı Ferrari ve Lamborghini'lerin boy gösterdiği bir sözleşme hazırladım. Sözleşmeyi hazırlarken hayatımda bu süpersonik (süpersonik'i de ü ve k ile yazıyorum var mı, fakirim ben!) makinelere (araç değil o!) binmemiş olmanın verdiği garibanlık ile şöyle bir soru sordum: "Hocam şimdi bu Ferrari'de Lamborghini'de emniyet kemerinin dışında bir atraksiyon var mı güvenlik olarak? Ne bileyim yangın anında koltuk fırlatma olur, vites kolundan tabanca çıkar falan? Biz çocuklukta öyle gördük. Bilelim de ona göre yazalım."

Pazar Günü/Kapanış

Pazar günü mutluluk  bu!   huzur  da şu! Ludovico Einaudi ile ilgili fazla kelime sarf edemeyeceğim. S adece diyeceğim ki çokk seviyorum! Omuz ağrımdan tutun da can sıkıntıma kadar, on muhteşem parmak ile beni iyileştirdiği için.  

***

TCK'da suç aleti kapsamında son yenilik: 'balık kılçığı'! Balık kılçığı ile kendini yaralayan D. kameralar karşısında konuşmak istemediğini ifade etti. Sarhoş olduğundan şüphelenilen D. hayata küskün tavırları ile dikkat çekti. Yetkililer, "intihar teşebbüsü olabilir ancak bir insan evladının bu denli dallama olabileceğine ihtimal vermek istemiyoruz." dediler. Serçe parmağını kullanamayan D., tüm zorlamalar sonrasında konuştu ve söylediği ilk cümle: "Bundan sonra kahve içerken serçe parmağımı havaya kaldıramayacağım için üzgünüm." oldu. Yetkililer tedirgin, "evet, bir insan evladı bu kadar dallama olabiliyormuş." şeklinde ikinci bir açıklama yapıldı. Gelişmeler açıklanmayacak. Heves Press

Üzerime Gelmeyin! Kendimi Doğrarım.

Manav amcanın yanağından bile makas almak isteyen insanım ben; kim demiş sevmeyi bilmem diye! Buzdolabını meyve, sebze ile doldurunca habire dolabı açıp bakıp çocuklar gibi şen olan insanım ben; kim demiş yetinmeyi bilmem diye! Meyveler bozulduysa, katı meyve sıkacağı ne güne duruyor, suyunu çıkarır içerim diyen insanım ben; kim demiş her şeyi dert ederim diye! Acı olan çayı, güzel demlenmiş diyerek götüren insanım ben; kim demiş mutsuz olmak için sebep ararım diye! Kendi çalışma masasını kendi kuran insanım ben; kim demiş hanım evladıyım diye! Kendi kendine rakı-balık yapabilen insanım ben; kim demiş yalnızlıktan korkarım diye! Vücudumdaki en çirkin beni bile seven insanım ben; kim demiş kendimi sevmem diye!

Değişmeyen Şeyler

Resim
Sene 2005'ti. 6 yıl olmuş vay anasını! Ben bu şarkıyı ne vakit nerede duysam hep aynı hareketlerle kıpırdanmaya başlardım. Bugün denk geldik kendisiyle, yine aynı neticeyi doğurdu. Ara ara blogumda görür de oynarım diye ekliyorum. :) Gorillaz'ın en çok sevdiğim 3 şarkısından birisidir 'Dare'.

Cirque Du Soleil

Resim
Cirque Du Soleil ekibi çadırını da kapıp önümüzdeki günlerde İstanbul'a geliyormuş dostlar. Fırsatı olan ve bu tür şeylere ilgisi olanlar kaçırmasın bence. Bir kaç kere TV'de izlemiş ve bayılmıştım. Sirk kültürünün, gördüğüm en uçuk hali. (Şimdi aklıma uçuk ve sirk deyince de "Freaks" geldi, o ne tuhaf filmdir allansen, konusunu çok mu düşünmüşler, bir dönem de yasaklıymış, ismine bu kadar oturan film azdır. Bu da trailer'ı! ! Bakarsanız ne demek istediğimi anlayacaksınız.) İstanbul'da olsam hayatta kaçırmazdım. Zaten bize bi' b.k yok anasını satayım!                                                   İlgilenenler için resmi web sayfası: http://www.cirquedusoleil.com/en/welcome.aspx http://www.cirquedusoleil.com/en/shows/saltimbanco/tickets/istanbul.aspx

Toplarım, Çıkarmam!

Çocukken rakamları toplamak konusunda çok başarılıydım da b ir rakamı diğerinden çıkarmaya kıyamazdım. Öğretmenim duruma şaşırırken, ben açıklama yapamazdım.   Belki de bu yüzden, hayatım bol sıfırlı rakamlara ulaşmış bir toplama işlemi gibi ! Bir küçük hatırayı bile kendimden çıkarmaya kıyamadım. O zaman ben kalayım onlar gitsin!  tık tı tık!

El Secreto De Sus Ojos/The Secret In Their Eyes/Gözlerindeki Sır*

Resim
"Ömür boyu demiştin..." 25 yılın öfkesini, tutkusunu, acısını, intikamını, aşkını ve daha pek çok duyguyu içinde fazlasıyla barındıran bu cümle ile sarsıldım. Ancak kaçıncı defaydı hatırlamıyorum! Juan Jose Campanella'nın yönetmenliğindeki film şiirsel bir sekansla başlıyor. Başladığı an heyecan duyacağınızı apaçık hissediyorsunuz. Üç ayrı anı görüyoruz film başlarken. Çünkü mesleğini ifa ettiği yıllarda karşılaştığı ve kendisini ömrü boyunca etkileyecek bir dosyayı temel alarak roman yazmaya niyetlenen emekli soruşturma müfettişi Esposito, yazacakları konusunda oldukça kararsız, kafası karışık; üstelik yıllardır! İlk sahne açıklığa kavuştuğunda, bir görsele, düşünce efekti ancak bu kadar güzel yedirilebilirdi diye düşündüm. Zira ilk anlarda gördükleriniz Espesito'nun aklından kalemine dökülen ve ardından çöpe giden kağıt parçalarından alıntılar. Tamamlanamayan cümlelerden arta kalan kelimelerin imgelemleri... Bir tren garında birbirlerinden ayrılırken gördüğümüz çift

Hatırlayan Var mı? (Bizim Nesil? M.Ö kuşağı?)

Bir vakit; gençtik o vakit, Rialto 5:19 vardı. Her duyduğumda kalbim dağlanır, helak olurdum adamın acısına! Ne üzülürdüm be şimdi dinledim de yine o günlere döndüm. Sen git sevdiceğini ellerle bas, üzerine de böyle acıklı şarkı yap. Adam sevmiş be arkadaş! Bu, acıklı iyi geceler şarkısı... Bu da mutlu son isteyenler için köpüklü bir İstanbul ... (alternatifli son yaptım daha ne olsun.)

Şimşir Tarakla Değirmen Dönmez! Tamam mı?

Bir "öykümsü" yazıyorum kendi çapımda bilen bilir. Belki yüzleşmek, belki durulmak, belki büyümek için ama bir yandan da diyorum ki bir şey var; rahatsızım ben bir şeylerden! Sonra 4. bölümü de yayınlamak üzere tuşa tıklıyorum ve bir anda Acemi Öykü'de kendimi oynattığım kadına bir ara bana bilerek ve isteyerek hayatı zindan eden bir kadının ismini vermiş olduğumu fark ediyorum.  (İroni bedene böyle enjekte ediliyor olsa gerek ha!) Değiştiremem de bu saatten sonra. O kadın bana her "Derya" yazışımda hayatı zindan etmeye devam edecek kısacası! Helal olsun ne kadınmış! Açıklama: 4. bölüme gelene kadar bunu fark etmeyip, 4. bölümde fark etmiş olmam benim aptal olduğumu göstermez!  Sadece kafam karışık. Aptal değilim ben. Valla bak. :(

Acemi Öykü - 4

Altı saniye sonra... Tuğrul zırıl zırıl ağlıyordu! Derya ise yaptığı iğrenç planın berbat sonucu yüzünden tir tir titriyordu. Balkonda yere çömelmiş, saklanıyordu. Hani insan bir şeyi yapmak ister de yaptığında aslında onu yapmak istemediğini fark eder ya öyle bir şeydi işte hissettiği. Yere çömelmiş halde bacakları titrerken bunu düşündü. Sonra görünmemek için, beden eğitimi dersinde öğrendiği ördek adımlarıyla odasına kadar yürüdü. Kendinden ilk kez o gün nefret etti! Tuğrul, kendinden nefret etmesine sebep olan ilk insandı. Hayatında nelere mal olabileceğini daha o gün, hatta o an anlamalıydı! Dördüncü kattaki evlerinin balkonundan Tuğrul'un kafasına aldığı hedef, tam on ikiden isabet etmişti; değme keskin nişancılara "taş" çıkartan bir atış! Gözünün beyazı mı aktı, koca patates burnu mu düştü, minik dudakları mı yarıldı tam olarak göremiyordu ama çocuğun bütün kafası kanıyordu! "Bez bebek işte, n'olcak; dayanıksız kıvırcık!" diye söylendi.

Uzak

Ben, sol elim Sense kalbim Bir kol boyu kadar Gidecek en uzak yerim M'aidez ve bir kadın sesi güzel eder her şeyi...

***

Beni şu melun rakamdan kurtardığı için 32. izleyicim evrimdışıkaplumbağa 'ya huzurlarınızda 32 kez teşekkürü borç bilirim. Oh be! Baktıkça asabım bozuluyordu. :)
IAMX.  çok severim.

Budur!

Hastalığımın bana kazandırdığı "ağır ve oturaklı iş kadını sesi"m sayesinde 1 haftadan beri aramayı ertelediğim tüm sorunlu kişileri aradım. Ne güzel bir duyguymuş kalın ses sahibesi olmak yahu. Benim bütün sorunum sesimmiş meğer, mırıl mırıl! Otorite kurdum herkesler üzerinde, süper! Bu ses gitmesin, benim olsun. :(

Adam, Anne, Yaşlı Üçlemesi!

Resim
Dağğlara taşlara! Gözüm kör olaydı da duymayaydım bunları! (bu yakarış oturmadı sanki burada. Neyse geç.) A dostlar, annemin bir "çıtır"la aşk yaşadığını; üstelik de kendi ağzından öğrendim! Şimdi kadıncağız sürekli bana senin facebook'un var mı facebook'un? Mesenen var mı peki, meylin var mı meylin gibi sorular sormaya başladı bir süredir. (Var anneciğim var. Hatta ben sana şöyle söyleyeyim; "benim şiddete meyyalim vallahi dertten!") Kıyamam, öğrenmiş bir de bu süpersonik, megatronik, transformatik terimleri. (Transformes çizgi filminin müziğinin sözlerini küçükken "transformers otantik dizayn" olarak algılıyordum ben ve yıllar yılı da böyle söyledim: bu geceki itirafım da bu olsun.) Günler geçerken anne güzeli, mezkur sorular eşliğinde tacizkar tavırlarını sürdürmekte amma velakin beni de herkesten iyi tanıdığı için fazla deşeleyemiyor yazık. (Zira iyi bilinir ki agresifleşirim.) En son içimden dedim ki herhalde kötü "adam"

O Kadar da Zor Değilmiş!

Boğazım acıyor(hastalıktan), gözlerim şiş(ağlamaktan), her yanımda iğne delikleri, 5 tüp kanım alınmış; (kanım az zaten eksikleniyorum, bozuğum duruma!), parmak uçlarıma kadar canım yanıyor, üstüne bir de manevi acılarla cebelleşiyorum. Neredeyse leşimi akbabalar yiyecek, sen düşün! O kadar rezil rüsvalardayım. Gittim kalan son canımla şunu yaptım ki anlatmam lazım: Öncü tatlı biber salçası, (tatlı biber: belirtilen ayrıntı önemli, bu Öncü'nün 4 çeşidi falan var), Üzerine Ayvalık'tan özel bir zeytinyağı (ama mıtteşem bi' şey), Azıcık kuru fesleğen, Azıcık kuru reyhan, kekik, karabiber, tuz, kimyonn, (sumak'ın kuması olur benim evde!) küçücük bir kasede boca edilip karıştırılır, e kmek üzeri yenilir. Evet itiraf ediyorum. Bugün beni mutlu eden tek şeysin Öncü! Demek ki beni mutlu etmek o kadar da zor değilmiş!

Acemi Öykü-3

-Tuğrul!! Ne işin var senin İstanbul'da? -Hala çok güzeller... -Ne utanmaz adamsın sen, hiç mi değişmez insan? Vazgeç şunlara bakmaktan. -İyi de memnun olman lazım, pütürcük diyip şikayetleniyordun el kadar çocukken! -Çocuktuk çocuk! Beni bırak, sen ne yapıyorsun burada; İstanbul'da yaşanmaz derdin hep? -Yaşadığımı nereden çıkardın ki? -Bilmem... *** Hayatın onları biraraya getirdiği ilk günden bu yana tesadüflerin binbir çeşidi ile örülmüş dünyaları, bir tesadüf daha hazırlamıştı! İkisi de hala İstanbul'da yaşamıyordu ve buna rağmen yolları İstanbul'da kesişmişti! Dördüncü ve son kez... Tuğrul gülümsüyor, Derya ise öylece duruyordu. Boş bakışlar ve kaygı. Hissettiği tek şey katıksız bir kaygıydı! Tuğrul'u 6 yıl sonra ilk defa görüyordu. "Basbayağı çirkinleşmiş; zarganaya dönmüş..." dedi içinden. Belki de Derya'nın biçimsiz aşkını, dibi tutmuş yemek artığı gibi boca edip gittiği için öyle göründü gözüne, belirsiz. Bir an düşündü ama artık, önemi de yok

Ah Bu Ben Kendimi Nerelere Koysam!

Topuğumla kapı kolu açıp, çenemle kapatabilen; dirseğimle ışıkları yakıp, kafamla söndürebilen; kirpiğimle yanak kaşıyıp, burnumla kaşıntıyı geçirebilen bir insan olarak hala herhangi bir yetenek yarışmasına katılmadım. Şimdiden uyarıyorum, herkes haddini bilsin!

Longa Longa Şehnaz Longa

Resim
Ama sonraaaa şunu dinleyip neşeleniyorum! :) Ne güzel adamdır Selim Sesler, pek şirin yahu.

Interpol. Pioneer to the Falls.

Resim
İçim ne zaman kararsa bu şarkıyı dinlerken buluyorum kendimi! Mutsuz şeyler hissediyorum, ölüm haberi alacak gibi hatta! İstemiyorum, istemiyorum, istemiyorum. :(

Su ve D.

Romance and Cigarette filminin en güzel sahnesidir... 2.18'den itibaren D. solmaya başlar! The little water song.

Oy N'idem? Sensiz Nerelere Gidem?

Blow-Up  ile başlayan günümün, ev temizliği ile devam edişi... Bu durumun bende açtığı deruuun yaralar! Sen kalk sabahın köründe ruhunu, pofuduk yastıklı koltuklarda, Jacobs kahveler eşliğinde, fotografik bir şaheserle, yarı uyuklar vaziyette besle! Sonra da git, şu pek hanımefendi poponu yayıp, o şaheseri izlediğin koltuğun altında duran halıyı çırp, yastıkları elle tokatla, yere vileda yap! Benim hayatımın en güzel özeti burada saklı: "Hayal" ile "mevcut" arasında gidip gelmece! Ha mutlu muyum? Eh işte.  

Müjdemi İsterim!

Resim
Natgeo izliyordum (çok bilimselim ben); öğrendim ki insan kafası yaklaşık 4 ila 6 kiloymuş. E o zaman benim kilo vermeme gerek kalmadı! Ne diye üzüyorum ki kendimi aylardır 5 kiloyu vereyim diye! Buradan yetkililere sesleniyorum; bu gerçeği 3-5 kilo fazlam var diyen tüm memleketim insanına medya aracılığı ile duyursunlar! Şunca yıl dertlendiğimize değmemiş ben ona yanıyorum. (Bir de benim kafa da büyük biliyor musun, 7-8 vardır benimki! Kesin kesin.) Ayrıca da bu benim en sevdiğim barbie yiivv! Göbüşünü yerim! :)

Kendi kendime eğleniyorum!

Şayet müvekkiliniz rakı üretiyorsa, fasıl eşliğinde temyiz dilekçesi yazmak mübahtır! :) (Acayip havaya girdim oğluuum!)

Acemi Öykü - 2

*** Birden saatin farkına vardı. Elleri, masanın mermer soğukluğunca üşüdü! Yuvarlak şekilli, koyu ve belirgin damarlı masanın üzerindeki beyaz porselen fincanına uzanıp çayından kocaman bir yudum aldı! Aslında çayı ince bellide içmeyi severdi, hiç şeker atmaz, limonu da işe karıştırmazdı! Çayın bekareti bu şekilde bozulmamalıydı! Bu defa sipariş verirken, nedendir bilinmez kibar bir porselen fincanda içmeyi tercih etmişti. Eski alışkanlıklarından kurtulmak istiyordu belli ki! Pek tabi ilk adımı şu bardak sayesinde atmış olabilirdi. “Her şey, küçük şeylerle başlar!” dedi kararlı, her şey küçük şeylerle başlar... Fincanı, tabağındaki oyuğuna oturtup elindeki jelatinli kağıtla oynamaya devam etti. Tırnakları ile dümdüz yaptığı jelatini gören uzak bir masadaki herif, suratına budala bir şekilde gülümseyerek “ortak bir geçmişin izlerini taşıyoruz” bakışı fırlattı! Bu “ortak olma” duygusundan rahatsızlık duydu! İçindeki ses: “Neyse, en azından saçım cücük kadarken de beni beğenen adamlar o

Acemi Öykü - 1

(D)erya, isteksizce kolundaki saate baktı... Zaman değildi baktığı, akrep ve yelkovanın üzerinde narin adımlarla süzüldüğü sedefli zemindi. Bir an için, küçük yaşlardan beri parıldayan her şeye tuhaf bir ilgisi olduğunu fark etti ve ardından bir hatıra ile sarsıldı... *** İlk okul sıralarındaydı... Çizgili defterinin kenar süsleri zincirleme şekilde ilerlerken sonlara denk gelen bir tanesini “yeterince” düzgün işlememiş olduğuna karar verdi. Kendine kızdı; çocuk aklı bu ya işte! Tüm sayfa boyunca baştan sona süzülen bu şahesere son kez göz kırptı ve görüntünün bütünlüğünü hakladığı için en alttaki süsle birlikte kendisini de cezalandırmaya karar verdi. Sadece hatalı olan sonuncuyu silebilecekken emek emek işlediği tüm kenar süsünü silip, küçük elleri ile hiçbir iz kalmayıncaya dek yok etti. O, hiçbir iz kalmadığını sanıyordu daha doğrusu... Kişiliğine ve ilerleyen yaşlarda yaşayacaklarına ilişkin ilk ipucu bu kenar süsündeki hikayede saklıydı! Yeşil renkli, kötü kokulu silgilerden

"Acemi Öykü" Hakkında

Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki evimi gerçekten çok özledim! Bu özlem, fena depreşik, feci karmaşık hallere sebebiyet verdi ve vermeye devam ediyor. Kafam gerçekten bozuk! İyi değilim daa! Bu süreçte, delirmemek adına bir küçük öykücük yazmaya başladım. Bunu yaptığım yerin iş yerim olduğu da düşünülecek olursa kovulma tehlikesi ile bile karşı karşıyayım! Dolayısıyla bu adrenalin eşliğinde yazmak daha da bir hoş oldu. Yalnız, devam eden kısımları evdeyken tamamlamam gerekecek. Zira devirlerimiz bitmek üzere ve bir süre sonra işler yoğunlaştığında benim çalıştırabilecek bir beynim kalacak mı ondan bile şüpheliyim! Neyse... Şu anda okumakta olduğunuz yazı da "acemi öykü" adını verdiğim bu öykünün girizgahı ve tanıtımı niteliğinde. (Baaak öykü bitti de tanıtımı kaldı!) Tamam bana lolo yapmayın, öykü bitmedi, biteceğinin garantisi de yok, iyi ve beğeniye hitap eden bir şey olacağına dair bir garanti ise hiç mi hiç yok! Sadece; Bu öyküde kendimden fazlaca izler olacak, tabii k

Saçıyla Yarım Uyak Yapan Kadın

İki yıl önce kızdım birilerine dalgalı, koyu kahve henüz kimya değmemiş teline kestirdim saçımı kısacık erkek çocuğundum artık istersin ya kimseler beğenmesin hiç İki yıl sonra kızdım kendime Bana dair bir şeylere dokundu ellerim uzayan her teline saçımın uzunluğunda sarılacaktım söz daha da hayata istersin ya umutlu olayım hep Saçımı uzatmaya karar verdim ya ben şimdi heyecanlıyım, bu zor süreçte benden desteğini esirgemeyen Türk halkına teşekkürü borç bilirim. (En çok da o ara boya gelince beni yalnız bırakmayın n'olur n'olur! Çirkin olsam da sevin beni.) Ayrıca bu bir şiir değil elbette can sıkıntısı!

Böyle Bir Hevesim Oldu Niyeyse!

1 yılı geçkin süredir blog tutuyorum. (Hatta öncesi de var da o kayıtlarım gizli!) Blogda kendimi göstermeyi seven bir insan değilim ben. Bunun sebebi de kendimi görmekten çok çabuk sıkılıyor oluşum. Fotoğrafımı sol yana ekleyince sonra hastalık halinde sürekli değişik fotoğraf koyma sendromum başlıyor yazık ki. Yani en azından daha önce süreç bu şekilde cereyan etti sevgili kirvelerim. Ben de tedavi amaçlı fotoğraf eklememeye başlamıştım.   Facebook'umda yok ki böyle "Ayşegül tatilde" fotoğrafları koyup, ayyhh bakın ne kadar eğleniyorum ben, o yöre sizin bu yöre benim geziyorum, şapkam da var gerekirse, snowboard'um da hatta ben yan flüt de çalıyorum, ilaveten de bu çılgın yaşantımın yanında ailemle de aram çok iyi fotoğrafları koyayım! (zamanında biz de yaptık kabul ama yaş kemale erdi.)  Nedendir bilmem bir süredir yine bir heveslendim; böyle bloga kendi fotoğrafımı koymalar sol köşelere, bi' böyle hareketler şeyler, sendromlar, gel-gitler, fotoğraf beğenmele

Kova

Resim
Bu miniklere bir yaz günü rastlamıştım. İşe geç kaldığım bir gündü... Bir sonraki vapura da 15 dakika vardı. O sabah beni güldüren ilk iki şey onlardı! Kovanın içindekinin hareketlerine hayran olmuştum bir kere! Farklı bir yanı vardı bu kediciğin... O kadar güzel oynuyorlardı ki daha da geç kalmayı göze aldım ve oturup çay-simit ve dişime yapışan susamlar eşliğinde onları izledim... Kovadaki pompik, diğer miniğin patilerine nasıl da sarıldı; tam o anda ben sevinçten çıldırdım! Ne narin bir duruş... Sanki sevgilisinin elini tutuyor haspam! :) (Ben de röntcü yalnız, yaprak arkalarında kamuflaj falan...çok pirofesyonel çalışıyorum!) Onları izlerken üzerimdeki takım elbiseden ne kadar sıkıldığımı bir kez daha fark ettim... Yanlarına gitmek istedim fakat oyunlarını bozmaya hakkım yoktu! O yüzden sadece uzaktan gülümsemekle yetindim!  Bir vakit sonra her şeyden habersiz, kovanın içinde oyun oynayan deli fişeğin dünyayı hiçbir zaman göremeyeceğinin ayırdına vardım ve öylece vapuruma

Bu da Benim Seninle Son Tangomdu!

Resim
Televizyonu açtım, 'Devrim Arabaları' başlıyordu; hadi bakalım izlememiştim, hazır rast gelmişken izleyelim dedim! 25. saniyesine yakın aktörümüzün pipisunun (pardon piposunun) üzerine denk gelen yuvarlak buğu neticesinde asabım bozularak, "doğru ya bunu unutmuşum, SANSÜR!" dedim ve tepkimeye geçerek hemen dvd oynatıcıma (player dememek için kastım kendimi evet!) yöneldim. Tam bu sırada Vladimir Beyfendünün  bugünkü blog yazısı aklıma geldi. Kim bilir dedim kim bilir pek möhterem TDK insanları, dvd oynatıcısı dediğimi duysa ne kaddaar sevinir, kendinden geçer! Acaba tam olarak şu anda neler yapıyor, bu sefer hangi kelimelerde sınırları aşıyorlardır dedim ve hemen araştırmaya koyuldum. Çünkü yine tam olarak bu 5-6 saniyelik süreçte DVD'ye de bir Özz Hakiki Türkçe kelime bulup bulmadıkları hususu merakımı celbetti! (Ben araştırmaya koyuladurayım, sizi şöyle aşağı tarafa alacağım...) SANSÜR'e karşı girdiğim tepkime sonucu bir kısım sövgü ve de

Akşam Kahvaltısı!

Resim
Patrick Mccabe'in aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan "Breakfast on Pluto" ile bugün bir akşam kahvaltısı ettim! Bilirsiniz, akşam kahvaltılarının tadı bir başkadır. Bu film anlattığı hikaye ile mideme otursa da tadı damakta kaldı! Hani çok sevdiğiniz bir yemeği gözünüz dönmüşçesine yersiniz, sonra midenizdeki acıdan kıvranırsınız ya hah işte tam olarak öyle bir şey film sonrası hissettiğim! İsmiyle müsemma; film oldukça dramatik bir konuyu/yaşamı masalsı bir düşsellik ile işliyor. Bir başkasının elinde en acıklı hale getirilebilecek sahnelerde dahi duygu sömürüsüne girişilmemiş olması asil bir seçim olmuş. Neil Jordan bunu başarabilmiş, kılçıksız şekilde işin içinden sıyrılmış ve bence bu gerçekten zor iştir. Filmler ile ilgili bir şeyler yazmak istediğimde konudan bahsetmeyi pek sevmiyorum. İzleyecek olana zulüm! Bir filmi, konusunu hiç bilmeden izlemeye bayılırım mesela ben. Bu nedenle yine konudan bahsetmemeye çalışacağım. Cillian Murphy'nin oyunculuğu