Kayıtlar

EŞKİ

Elmayı dilimledim ve bir dilimini O’na doğru uzattım. “Yer misin?” Omuzlarını hafifçe yükseltip başını yana eğerken “Eşkise men yemenem.” dedi. O’nunla ve çocukluğunu ele veren gözleriyle bu denli yakın mesafedeki ilk buluşmamızdı. Kullandığı bazı kelimelerdeki Azeri şivesinin baskınlığını ve bakışlarındaki kötülüğe hiç değmemiş -sandığım- o parlaklığı ne kadar da geç fark ediyordum, doğrusu biraz utandım. Anlaşılan o ki aramızdaki yaklaşık bin üç yüz kilometrelik mesafe, beni duygusal bir bağlantı kurabilmekten de uzak kılmıştı. O gün, yirmili yaşlarımın başında, babamın ağzından hep uzak hikayelerini dinlediğim tuhaf bir diyarda, Van’daydım. İzmir’de doğmuş, Ankara’da büyümüş, şehir çocukluğu konusunda hakkını vermiş bir şehir çocuğuydum. Herhangi bir meyve ağacını bir diğerinden ayırt edebilecek bilgiye sahip değildim mesela. Fakat hakkını da teslim edeyim; bahçelerde, sokaklarda kan ter içinde oyunlar oynayabilmiş, apartman bahçesindeki renkli çiçeklerin taç yapraklarını kopart

KORUNCUK ile Korunmaya Muhtaç Çocuklarımız İçin Çocuk Köyleri Kurmaya Var Mısınız?

Hola!  Merhaba ben Duygu, Ben de çocukken her çocuk gibi zıplar ve anlamsız şekilde her yere koşardım. Koşmak, çocukluğa özgü vazgeçilmez bir şeydi pek çoğumuz için. Dizlerimde, yaramaz oyunların yara izleri hala durur. Pek çoğumuz için çocukluğumuzdan yetişkinliğimize yazılmış, silinmez mektuplar değil midir o izler? Baktıkça size de tatlı bir tebessüm eşliğinde hatırlatmıyorlar mı çocukluk günlerinizi?  Ben ve ilk paragrafımı okurken gülümseyebilenler, çocukluğu mutluluk ile özdeşleştiren şanslı insanlarız. Çocukluk bizler için mutlu bir bahçeydi ancak ne yazık ki Türkiye'de her çocuk bu şansa sahip değil.  Ben bundan böyle koşarken daha da mutlu olmanın ve mutlu etmenin bir yolunu buldum ve bunu sizlerle paylaşarak yardımınızı istemeye karar verdim. Artık katıldığım koşularda ayaklarım Koruncuk Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı (Koruncuk) için yol alacak; böylece koşularımın hem benim hem de sizlerin bağışları ile elimizin uzanabildiği çocuklar için daha fark

Çağla Çiçekleri

Geçen gördüm seni; doğduğun evin önünde koşuyordun, pembe bir taç saçlarında, daha 8 yaşındasın heyecanın! Yeşil buğday başaklarını okşayarak, gülümseyerek koşuyorsun badem çiçeklerine doğru gittiğini biliyorum... Uyandım, merak ettim seni toplayabildin mi çağla çiçeklerini?

Yalnızlık Çubuğu

Başlık, (evet sonradan fark ettim ve kabul ediyorum ki) yanlış anlaşılmalara mahal verebilecek nitelikte. Oysa kasdım başka; 'selfie çubuğu' denen saçmasapan yalnızlık icadı sebebi ile atıldı o başlık... (Hukuki anlamda bir icat değil "faydalı model" oluyor kendisi bunu da belirtmeden geçemeyeceğim. - mesleki dezenformasyon-) Selfie çubuğu denen şeyin adını "Yalnızlık Çubuğu" olarak Türkçeleştirebilirler bana göre!  Yalnızlaşmanın, asosyalliğin, içe kapanma ve bireyselliğin yarattığı icatlarla dolu bir çağı yaşıyoruz ne yazık ki... -miş'li geçmiş zamanlarda, o fotoğrafımızı çekecek birileri; ne bileyim bir arkadaş, bir dost, aile üyesi, çocuk olurdu yanımızda. Hadi onu geçtim, yoldan geçen tonton ve azıcık sevimli bir amcaya "Amcaaööeee bi' fotoğrafımızı çeker misin rica etsem?" diyecek neşe ve sosyallikte insanlardık önceleri! Lakin artık vakit, yalnızlıkta boğulma vaktidir! Aman selfie çubuklarımızı alalım ve kimselerle i

Kalbi Çiçek Masalı

Onları hep camdan gözetliyordum; beyaz bir tüy gibi hafifçe havada süzülüşlerini, gökyüzünde kaydırakta kayar gibi hareket edişlerini, tuhaf seslerle birbirleriyle anlaşmalarını... Benim dilimden farklı bir dilde konuşuyorlardı, çok zor bir dildi, harflerin bir kaçını çözmüştüm ama çözemediğim 8-9 tanesi Onlarla konuşmama engeldi. Birkaç kere dillerini taklit ederek derdimi anlatmaya çalıştım ama benim yüzüme bile bakmadılar; çok yüksekteydiler, önce beni duymadıklarını düşünüp biraz daha bağırdım, bağırırken şikayetlenir gibi oluyormuşum, annem hep öyle diyor! Yine bakmadılar, ne bileyim belki de benden bağırdım diye hoşlanmamışlardı. Bir ara, bir tanesinin yanındakine 'Şuna bak bizimle aşık atıyor!' dediğini duyar gibi oldum, cama çıkmamla dalga geçtiler, çok üzüldüm. Oysa benim isteğim, sadece onların gidebildikleri hayaller ülkesine bir gidiş bir de dönüş bileti almaktı. Annemin çok sevdiği bir şarkı vardı; karizmatik sesli ve sesinin tokluğundan ne kadar çok şey bildiği a

36. İstanbul Maratonu'nda Bir Garip İzmir'li!

Resim
Öncelikle, İstanbul kelimesinin önüne konulan "sponsor" un reklamını bir de ben yapmış olmayayım diye o kısmı başlıktan ve içerikten çıkardığımı belirteyim. Bundan bir kaç hafta önce bir de baktım ki aylar öncesinden heyecanını yaşadığım 36. İstanbul Maratonu'nun koşulacağı haftasonu geldi çattı. Öncelikle Cumartesi gününden, İzmir'den İstanbul'a yolculuk edip fuar alanından, derecelerin ölçümünü sağlayacak çip ve göğüs numarasının bulunduğu koşu paketimi almam gerekiyordu.  Uçağım sabah 9.45'te idi ve ben fuar alanına vardığımda saat neredeyse 12.30 sularına geliyordu. Fuar alanından içeri girdiğimde, son derece kalabalık ve havasız bir alanda sonu gelmez kuyrukların olduğunu görünce (üstelik kuyruklardan birisi göğüs numarasını alabilmek ikincisi ise koşu çantalarımızı alabilmek için) işte dedim; bir Türkiye klasiği, kuyruksuz olmaz! Niçin bu tür "organizasyon"ları, esasen çok basit yöntemleri varken "organize" edemezler anlamam.

Mini Mini Valimiz Ne Olacak Halimiz?

Resim
Şişenin adı Fahrettin Kerim. Fahrettin Kerim Gökay, 1950'lerde İstanbul Valisi imiş. İçki ile başlattığı mücadele nedeni ile rakıcılar, intikamda gecikmeyip valinin şişe ile benzeşen kısa boyuna, kalın ensesine atfen küçük rakı şişesinin adını Fahrettin Kerim koymuşlar ve gecelerde 'Garson, aç bir Fahrettin Kerim!' cümleleri duyulur olmuş; böylece Yeşilaycı Fahrettim Kerim de içki masalarının vazgeçilmezi olmuş. Bu nedenle argoda küçük rakıya hala Fahrettin Kerim denildiği de olurmuş.