Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

36. İstanbul Maratonu'nda Bir Garip İzmir'li!

Resim
Öncelikle, İstanbul kelimesinin önüne konulan "sponsor" un reklamını bir de ben yapmış olmayayım diye o kısmı başlıktan ve içerikten çıkardığımı belirteyim. Bundan bir kaç hafta önce bir de baktım ki aylar öncesinden heyecanını yaşadığım 36. İstanbul Maratonu'nun koşulacağı haftasonu geldi çattı. Öncelikle Cumartesi gününden, İzmir'den İstanbul'a yolculuk edip fuar alanından, derecelerin ölçümünü sağlayacak çip ve göğüs numarasının bulunduğu koşu paketimi almam gerekiyordu.  Uçağım sabah 9.45'te idi ve ben fuar alanına vardığımda saat neredeyse 12.30 sularına geliyordu. Fuar alanından içeri girdiğimde, son derece kalabalık ve havasız bir alanda sonu gelmez kuyrukların olduğunu görünce (üstelik kuyruklardan birisi göğüs numarasını alabilmek ikincisi ise koşu çantalarımızı alabilmek için) işte dedim; bir Türkiye klasiği, kuyruksuz olmaz! Niçin bu tür "organizasyon"ları, esasen çok basit yöntemleri varken "organize" edemezler anlamam.

Mini Mini Valimiz Ne Olacak Halimiz?

Resim
Şişenin adı Fahrettin Kerim. Fahrettin Kerim Gökay, 1950'lerde İstanbul Valisi imiş. İçki ile başlattığı mücadele nedeni ile rakıcılar, intikamda gecikmeyip valinin şişe ile benzeşen kısa boyuna, kalın ensesine atfen küçük rakı şişesinin adını Fahrettin Kerim koymuşlar ve gecelerde 'Garson, aç bir Fahrettin Kerim!' cümleleri duyulur olmuş; böylece Yeşilaycı Fahrettim Kerim de içki masalarının vazgeçilmezi olmuş. Bu nedenle argoda küçük rakıya hala Fahrettin Kerim denildiği de olurmuş. 

Kendimiz İçin Bunu mu İstiyoruz?

Supervenus 17. Brüksel Kısa Film Festivali'nden gelen bu güzel aparkatı seyirlerinize sunarım. Dünyada hakim olan "Erkekte kadın" algısına dair net ve çarpıcı bir kısa film. Teşekkürler,  Sonradan edit: Dün eklediğim video bugün telif hakkı nedeni ile kaldırılmış. Tüh.  Daha da sonradan edit: Yeniden başka bir link üzerinden yayınlanmış, buldum, ekledim, izleyebilirsiniz. (Supervenus kelimesine tık tık!)

Minnet

... Tam da o anda telefon çaldı! Hani çalmasa, şüphesiz hayatımın kitabını yazacağım, öyle de konsantre olmuş, ilhamlanmışım! Ah! Kaçırdınız ilhamımı...Yine sizin yüzünüzden, yine sizin güzel yüzünüz yüzünden! Mutlu olunca yazamamak lanetine tutulmuş bir kadınım ben; mutlu etmeyin beni! Şimdi mecburen yine havadan sudan bahsetmek zorunda kalacağım. Yaşım artık 33'ten gün alıyor fakat yaşlanmıyorum, inadına olduğum yerde duru... Durduğumu zannediyor, dünyayla birlikte dönüyorum! Günler akıyor; sana, bana, kimseye fikrini sormadan yapıyor bunu üstelik. Haklı da! Biz de gelirken, bana açabileceğin bir yer var mı diye sormadık yeryüzüne. Toprağını arşınladık, suyunu içtik, göğünü kokladık da bir minnet etmedik. Şimdi bir yerlerden başlayıp da yeniden yazmaya çalışırken, kelimelerden müteşekkil bir minnet çiçeği derip yeryüzüne sunuyorum. Başıma ne geldiyse hep şu minnetsizliğim yüzünden gelmiş anlıyorum ve bu sefer önlemimi önceden alıyorum.  Biliyor musunuz ben artık bu g

Duygu Termostatı

Bu, hoşuma gitti. Psikolog Ross Levin rüya ve kabuslarımızın bir çeşit "duygu termostatı" olduğunu açıklamış. Tatlı ve yerinde bir betimleme, aferin! Gelelim kendi termostatlarıma... Benim duygu termostatım, bırakın kontrolü sağlamayı hayatıma doğrudan etki ediyor. Muhtemelen olmasını istediğim şeyleri, içimde bir yerlerde paketleyip saklıyorum. Uyku halindeyken de kendi kendime hediye ediyorum. Bu durumda, zaten düşündüğüm ve olmasını istediğim şeyi görmüş oluyorum. Sonra da olayı mistikleştirip "rüyamda görmüştüm" kılıfıyla hislerimin ne kadar da kuvvetli olduğundan dem vuruyorum. Oysa sürecin tam aksi yönde ilerlediğinin de it gibi bilincindeyim! Ben hayatımda neyin olmasını istiyorsam onun senaryosunu hazırlayıp rüyamda da onu görüyorum. Sonrası malum, rüyalarım gerçek oluyor... Aman ne büyük mistisizm! Ben ne rüya gördüysem hepsi gerçek oldu. İyisi mi artık güzel ve sonu bir yere bağlanan senaryolar yazayım. Hatam burada, iyi sonlar yazamıyorum sonra da ş

Yeni Yıl'a Ayıp Olmasın!

Madem yıl olmuş 2014...  Madem ben aylardır yazamıyorum, yazmıyorum!  2009'dan beri yaşatmaya çalıştığım bloguma 2014'te de bir selam çakıp gitsem hoş olmaz mı? En azından 2014'te bir izimiz kalmış olur öyle ya!  2014 yılım hüzünlü ve gözyaşlı başlamış olsa da mutluyum çünkü özlüyorum ben ağlamayı, ağladıktan sonra üzerine oturup kalan donuklaşmayı, çok tuhaf tarif etsem neye benzetirim; belki çok üşüyünce hissizleşmeye...  Selam olsun 2014! İyi olacaksın, iyi geleceksin biliyorum!