Kayıtlar

Şubat, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hiç Kimseye Ait

Hiçbir şeyi kendime ait hissetmiyorum. Güzel olduğu gibi zor da bu. Çünkü insanlar aidiyete koşullandırıldı yüzyıllardır. Tarih yazdı, dünya yazdı, tahtlar vardı, tahtlar devrildi. Ama hep bir şeylere, birilerine ve bir yerlere ait olmak istedik bizler. Başka türlüsü kimsesizlik gibi geldi... Bense tuhaf bir şekilde kimsesizliği tercih ettim oldum olası. Tek başıma yapabileceklerimi merak ettim dahası. Anneme, babama bile ait değilim, annemin rahminden babamın kucağına düşmüş olabilirim. Bana can veren insanlara hainlik değildir bu; dünyadaki yerini bilmektir! Kendimi ailemden ve tüm dostlardan kilometrelerce uzağa düşürmem, ebedi kaçısım bu yüzden bilirim. Belirgin bir şekilde kaçıyorum oldum olası. Nelerim olmadığını, neleri kaybettiğimi merak ettim dahası. Gitmeyi sevenlerdenim. Herkesi bu halime alıştırdım. "Sensiz başımı yastığa huzurla koyamıyorum" diyen babacağımı bile. Ne yapsın adam; ne dese değiştiremez beni bilmiyor mu? Koca kadın olmuşum! Bilmese sessizce kabullen

Açlık Oyunları 2. Kitap - Ateşi Yakalamak

Resim
Ve işte tamam! Suzanne Collins'in, ilk kitabı öyle alelacele yazmasının, hatta çevirmenin de alelacele çevirmesinin esbabı mucibesi -benim açımdan- belli oldu! Elbette ne yiğidi öldüreceğim ne de hakkını yiyeceğim. Kadında yaratıcılık olduğu doğru ama fazla acele ediyor birader! Oturup yazacakları üzerine biraz daha düşünse ve kendine azıcık daha zaman verse çok daha etkili bir şeyler yaratacakmış hissi uyandırıyor insanda. Örneğin ben 1. kitapta bu hissi daha fazla yaşamışken; 2. kitapta bu hissiyatımın üzeri hafif hafif örtülmeye başladı. Kapandı diyemem! Önümüzdeki maçlara bakacağız, bu da ne demek oluyor? Beklemedeyim, son yorum açısından 3. kitaba şans veriyorum fakat gidişat umut verici diyebilirim. Esbabı mucibe olayına gelince, bence kadıncağız kendisi bile durumun içinden çıkamamış; ben 1. kitapta bu işi kotaramayacağım diyerek koyvermiş, 2.'ye ve 3.'ye saklamış kendini. Her ne olursa olsun, 2. kitabı daha fazla keyif alarak okudum ve 1. kitabın çevirisinde yer al

ÖTE (Sevgili'ye...)

KADIN; Dalgalı saçları uyumaktan düzleşmişti. O kadar çok uyumuştu ki bu kadar uzun süre yatakta kalmasının bedelini tutulmuş bacaklarını ve belini bütün gün elleri ile ovuşturarak ödemek zorunda kaldı. Ovuşturma kısmı çok da zor değildi. Asıl zor olan bu haldeyken bile O'nu düşünüyor olmasıydı... O'nu! Hayatının düzlemini yerle bir eden Adam'ı. Duruşunda, bakışında, hayata işlenişinde tüm acımasızlığı ve tüm şefkati ile yanı başında olan o erkeği... Uzun zamandır rüya göremiyordu, eksikliğini hissediyor, her gece bu umutla uyuyordu. Tek başına... Önceleri; -di li geçmiş zamanlarda güzel senaryolar gibiydi rüyaları. 'Tortilla' diye bir ırk bile yaratmıştı! Tortellini denen yemekten etkilenmiş olabilirdi isim anneliği yaparken? Bu ırkın gözleri yeşildi fakat insanların arasına karışabilmek ve onları kandırabilmek adına kahverengiye dönüştürebiliyorlardı. Küçüklüğünden tanıdığı "Ninja Turtles"dan bile etkilenmiş olabilirdi bu fikri yaratırken. Çünkü onlar d

İstanbul Huyları

Resim
İzmir'den İstanbul'a iş icabı hemen hemen ayda bir kez gidiyorum. Kendime bazı huylar edindim. Efendim şöyle ki; Her gidişimde kendime hedaaaye olarak kitap alıyorum. Kadıköy- ÇİYA'da leziz yemekler yiyorum. Kalan vakitte şuursuzca yürüyorum. Bugün de İstanbul'daydım. Kısa ama şekerli bir gündü. Şöyle yaldızlı, parıltılı. Hava durumu değil bahsettiğim; ruh halim. Anlamsız bir mutluluk vardı bugün üzerimde.(niye -di'li geçmiş zaman kullanıyorum ki gün bitmedi.) Kendime bir 'akıl defteri' bile aldım. Hani ne bileyim, bazen aklıma bir şey geliyor, keşke küçük bir defterim olsa da şunu yazsam diyorum. Aklımda tutarım diyorum, sonra aradan zaman geçiyor, hokuz pokuz! Benim küçük aklıma düşen o şey dehlizlerimde boğulmuş, kaybolmuş gitmiş. Ziyan! Yazık günah diye bir şey var yahu! O yüzden gittim aldım en sonunda. Kapağını gördüğüm an vuruldum, parasına puluna falan bakmadım bile. İşte şu yukarıda görmüş olduğunuz afiş var ya afiş, hıh işte o benim defterimin kapa

Bana bunu neden ettin Cihan Okan!

Cihan Okan! Keşke "Yine mi Çiçek" in üzerine hiçbir şey söylemeyeydin! Neden şimdi bu anlamsız karım, karıcığım, gülüm, çiçeğim içerikli şarkılar... O şarkıdaki ses, bir efkarlı güzel adamdı. Yüzün yok, sesin vardı. Her dinlediğimde Duvara Karşı'nın zeytinyağlı biber dolma sahnesi gelirdi aklıma. Yazık oldu, işin en kötü tarafı artık yine mi çiçek şarkısını da eskisi gibi dinleyemeyeceğim, en çok buna üzülüyorum! Tanımayanlar için dipnot: Cihan Okan, bildiğim kadarıyla Sezen Aksu tayfasından ve perküsyon minvalinde katkı sağlar. Bir de benim bu adamı gözüm nereden ısırıyor, nereden ısırıyor diyordum ki bugün gazete okurken gördüm, meğer "Savcı" diye bir dizi varmış bir zamanlar da o dizideki Savcı rolünü oynamışmış.

Açlık Oyunları- 1. kitap

Resim
Bir üçlemenin ilk kitabı olan Açlık Oyunları aslında fena olmayabilecek bir hikaye üzerine kurgulanmış bir bilim kurgu roman. Bana göre işin "bilim" ve "edebiyat" yönü çok baskın değil. Kitabın bazı bölümlerinde bir çocuk kitabı okuyormuşum hissine bile kapıldım. (Bazen çocuk kitapları okumak da iyidir gerçi.) Olayın özü şu; Panem ulusu, on üç mıntıkadan oluşmakta iken mıntıkalardan bir tanesinde çıkan isyan sonucu on üçüncü mıntıka Capitol tarafından tamamen yok edilmiş ve geriye on iki mıntıka kalmıştır. Capitol, on iki mıntıkadan oluşan Panem ulusuna, gücünü, otoritesini ve onlara her an neler yapabileceklerini hissettirmek; hatta hiçbir zaman unutturmamak niyetindedir. Bu nedenle her yıl bir şenlik süsü verilerek Açlık Oyunları adında bir vahşet senfonisi düzenlenmektedir. Açlık oyunlarında her mıntıkadan 18 yaş altı bir erkek ve bir kız çocuğu kura ile yarışa katılmaktadır. Bu oyunda hayatta kalan ise oyunun galibi olmakta ve mıntıkasına daha iyi bir hayat kaza