Kayıtlar

Mayıs, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Aşkın Ağız Bozdurmayanını İstiyorum!!!

Kollarım ağrıyor, bacaklarım ve midem de. Hem ben niye bu kadar sustum ki! Durup durup kendimi bekliyorum. Ne yapacağımı en çok da. Kendimden bir patlama bekliyorum sürekli olarak. Mmm yaklaşık 3 yıldır hatta. Bilmiyorum da tık yok birader! :) (Ayrıca şu an canım noodle çekti delicesine her nedense.) Bedenim hızlanınca aklım geride kalıyor. Sonra bedenimi durdurup aklımı bekliyorum. Aklım bir türlü gelemiyor. Son kararım şu ki bende akıl makıl yok. Erkekler konusunda tam bir gerizekalıyım! İtiraf ediyorum gerizekalıyım! Her seferinde aynı şekilde tutulup mala dönüyorum. Bundan sonra nah aşık olurum ben. Nah, el hareketi ile nah hem de! Hatta du' bakıyım iç bileği yalayıp şaklatmalı bir nah. :) Bana girsin. Küfür edesim var fena şekilde. Ağzı bozuk aşk mektubu diye bu yüzden söylemiş demek ki Umay Umay ;) Aşkın ağzı bozdurmayanını istiyorum!

nouvelle vague "dance with me" from bande a part

Yirim! Beni de alın aranıza!

***

Ölene kadar sevmek istiyorum! Bundan mı ne; sevemeyince toprağa karışma isteğim...

Haydi Abbas Vakit Tamam Pilates Diyordun İşte Oldu Reklam!

Resim
Abbas Rakı diye bir şeyi hiç görmedim ve duymadım. Fakat bu gece tesadüf eseri yukarıdaki afişine rastladım. Sadece şunu merak ediyorum, rakının tüketici kitlesini pilates esprisi ile etkileyebileceği zannında olan zihniyet başarı elde edebilir mi? Cevap veriyorum: HAYIR! Yani ben en başta babamdan ve kardeşimden biliyorum, reklamını pilatesi tiye alarak yapan bir rakı markasını hayatta tercih etmez, bundan bi' cücük olmaz diye düşünürler. Yazık etmişler çünkü marka olarak "Abbas" başarılı olabilecek bir seçimmiş bence.) Eğer Abbas'ımın hitap ettiği kesim genç nesilse o da yemez. Çünkü rakı tüketicisi çoğunlukla erkeklerden oluşmaktadır. 'Ne tatlı ne hoş beş hatunum; rakı masasında bile muhabbete gelirim, paşalar gibi lakerdamı yer rakımı da içerim' minvalinde kadınlar dışında hemcinslerim arasında da rakı fazlaca tutulmaz. Bu durumda genç nesil yönünden de sonuç hüsran olacaktır. Ah bana bi' kapıları açsalar reklam sektöründe ne bombalar patlatıcam da eli

Bu bu nedir bu?

Önce kafa boyutunuza göre ayarlanmış bir mengene ile iki yandan sıkıştırılmaya başlıyorsunuz. Ardından minyatür adamlar ziyaretinize gelip küçük tepinmeler eşliğinde rahatsızlık veriyor. El göz koordinasyonu azalmaya başlıyor. Hemen sonra ense hizasından görünmez bir pehlivan yaklaşarak size el ense çekiyor. Sonra ensenin sağ ve sol yanlarından yukarı doğru iki ışın kılıcı ile boyun bölgesine baskı sağlanıyor. Evet haftanın sorusu. Bu bu nedir bu? Haftanın kazananına benden 2010 Little Lulu takvimi hediye! :D (Kendisini sevmediğimi söylemiştim değil mi!) Cevap: ------------------------------------ N E R G İ M **Not: Eskiden bulmaca cevaplarını böyle verirlerdi değil mi? :) Sayfanın hemen altında yer alırdı. Bir de hemen bakıp da cevabı araklamayalım diye harfleri tersten yazarlardı. İyi de a kıt akıllılar "algıda tamamlayıcılık" diye bir şey olduğunu ve siz onu oraya ters yazsanız da ilk bakışta zaten bizim onu düz hali ile okuyacağımızı hiç mi düşünemezdiniz. . . **Bir de ÖS

Bir küçük tahkiye

Bugün spordan sonra eve dönerken, gülüyordum! Hem da salak biçimde. Nedeni salgılanan endorfin ya da her neyse! Kadının biri "pardon size bir şey söyleyebilir miyim?" diye sordu, gülümsüyordu."Tabii" diye cevap verdim. "Yanımdaki adamı çok seviyorum, siz de bilin istedim!" dedi! Daha da çok gülümsedim. Ve bu bilgi için kadına teşekkür ettim. Beni daha da neşelendirdiği için koca kara gözlü kadını çok sevdim. Akşamıma renk kattınız! Sevgiler,

Little Lulu

Resim
Küçükken Lulu'ya benzetiliyordum. Şimdi baktım da gayet iticiymiş!

İyi ki...

Resim
Hiç konuşamadığım, hiç yazamadığım, hiç düşünemediğim, hiç gidemediğim, hiç bilemediğim zamanlarda yanıma aldığım tek şey şarkı! Uzun zamandır aklım tutuk. Okuduğumdan bile bir şey anlamıyorum. Zihnim çok dağınık. Hiç durmadan para harcamaktan başka yaptığım bir şey yok! Zaten bu da kafamın durduğunun en önemli göstergesi. Olur olmaz döküp saçıyorum hayatımı. Evi delicesine dağıttım, sanki hıncımı böyle çıkarıyorum. Bir şeylere öfkemi gösteriyorum. Ama neye... Led Zeppelin - Stairway to Heaven Yatıştırıyor birazcık. İyi geliyor sanki. İyi ki varsın şarkı.

Vapur ve D.

Resim
Bu sabah 07:40'ta Alsancak-Bostanlı vapuru sadece benim için kalktı! Koskoca vapurun küçücük beni karşıya geçirme isteği; kocaman bir adamın küçük bir kuşu eline alıp sevmesi gibi geldi... İşin en güzel yanı; gökyüzüydü. Ne ak ne kara. Geceden kalma bir grilik vardı. Serin, buz gibi! Hem de Mayıs'ın 22'sinde. Ne güzel bir ziyaretti ince yağmurunki... Elimde kitabım vardı ama okumak ne mümkün! Neredeyse her gün gittiğim ve alışkın olduğumu sandığım bu deniz yolundan gözlerimi alamadım ilk defa. Denizin üzerinde, bulunduğum noktada tek başıma olmak bile delicesine bir mutluluktu. Şu sıralar gözüm çokça yelkenlilere takılıyor. Denizle haşır neşir olmak istiyorum. Sadece suya batıp çıkmak değil, denizle-okyanusla bir olmak, ondan korkmamak, suyu ellerimle tutabilmek. Ne tuhaf ve ulaşılmaz bir istek bu! Tam da şu anda aklıma 'Küçük Deniz Kızı Ponyo' geldi. Küçük adama ulaşabilmek için dalgasını peşine takmış soluksuz koşarken ne kadar heyecanlıydı. Öyle koşmak istiyorum

Jay Jay Johanson-Far Away

Enough Love for 80's?

Resim
Eveeeet işte yeni gözdem 80'ler t-shirtüm. :) Yeşili ile sarısıynan kare üçgen daire üçlemesi ile gönlümü çalmayı başardı. Şu yatay siyah çizgiler de bence çok kritik bir nokta. Olaya 80'leri en çok katan ayrıntı bence o. Domuzum da şu yeşile bakıp bakıp gülücükler saçıyor. 90'lı yıllardayken 80'lerden nefret ettiğimi sanıyordum. Fakat bir şey söyleyeyim mi saçmalığın tavan yaptığı bu yıllar bence eğlencenin had safhada yaşandığı zamanlarmış. İnsanlar daha umursamazmış. Hatta o kadar umursamazlarmış ki bu umursamazlık o dönemin giyimine, dansına, tüm hayat damarlarına yansımış. Modada 50'ler, 60'lar, 70'ler geri döndü de bir tek 80'ler geri dönmüyor/dönemiyor/döndürmüyorlar. Acaba neden... :D Ancak şunu iddia ediyorum ki yapılacak bir oldies but goldies partisinin en kralı her zaman için 80'ler olacaktır. Şimdi saçlarımı krepe yapıp, altın sarısı bir taç takıp, vatkalı - altın sarısı göbek hizamda biten bir ceket ve siyah parlak tayt giyip, bileğimde

Toplama Bilgi-sayaç!

1) Kağıt kesiği çok fena bir şeydir. Bu gece bir tane edindim. 2) Bu hafta içerisinde Tous in heaven'ım ve Lacoste pour femme'im oldu. Keyfim pek yerinde. Bu hediyeler karşısında 2010 Mayısının ikinci haftasını Lord, kendimi de kraliçA ilan ediyorum! :) 3) Büroda bazı tuhaflıklar oluyor, çok tuhaflıklar!!! Yeniden iddia ediyorum büromuzdaki kamera kayıtları izlense televizyon dünyasında yeni bir çığır açabilecek kapasitede veriler elde edilebilir. Hepimiz böyle sürünmeye gerek kalmadan zengin oluruz. Ally Mcbeal halt etmiş, hadi ordan! 4) "Mc Donalds" firması, "Mcbeal" kullanımı için de dava açmış mıdır ki? Mc ile başlayan her şeyle savaştıklarına göre... Mcbeal ismi ile de Mc Donalds'ın ününden yararlanılmaya çalışılmış olabilir değil mi! Höh :S 5) Robots in Disguise - Turn it up! Oha çok iyi. Sizi roboticler sizi... 6) Yarın işe gitmesem nolur ki diye düşünürken, yarından bir sonraki günün 19 Mayıs olduğu aklıma geldi. Çok sevindim! 7) Power pilate g

She is Candy Darling...

Resim
Andy Warhol'un drag queen'i Candy Darling'i en son nerede gördüğümü düşünüyorum... Anthony and the Jonhsons'ın albüm kapağında .(aşağıda soldaki yatak üzerindeki fotoğraf) Anthony and the Jonhsons'ın solisti Anthony Hegarty Kaos GL'ye verdiği röportajında; "Benim için Darling’in o resmi aydınlık ve karanlığı tek karede buluşturuyor" diyerek olayı özetliyor. Bu bir erkeğin duruşu olamaz, tüm duyguları ile kadınlığının farkında olan bir kadının bakışı ve salınışı... İtiraf etmek gerekirse yarattığı duygu karşısında, ben bile bu fotoğrafa baktığımda iç geçirebilirim. Çok dokunaklı... Sanırım kadındaki bu dokunaklılığın etkisi pek çok sanat adamında bendekine benzer şekilde tezahür etmiş olacak ki pek çoklarına ilham kaynağı olmuş. İlham verdiği adamlar boru değil! The Velvet Underground, Warhol, Anthony and the Jonhsons aklıma ilk gelenler. Bu öyle kolay iş değildir. İlham kaynağı olmak yaradılışınıza bahşedilmiş bir hediyedir. Bakışlarıyla dahi ilgi uy

Sunday Morning

Şu anda İstanbul'da bir kıyıda olmak isterdim. Şöyle güzel, küçük bir kahvaltı. Öyle gözlemeli falan değil. Sadece peynir, zeytin, domates, salatalık olacak! Midemi de kafamı da yormayacağım bir gün. Biraz gazete keyfi, ardından uzanabileceğim koyu yeşil çimenler! Kollarımı yukarı uzatıp gökyüzüne bakarken gerineceğim. İnsanlar çok yakınımda olmayacak ama yine de göz mesafemde olacaklar ki onları izleyebileyim. Aç olduğunu anladığım bir çocuğun, kendisi ile ilgilenmeyen bir grup insana bakışını gördüğümde "pşşt" diyip onu yanıma çağıracağım. Görünmez olduğunu düşünmesin diye... Farkına varılmamak bu dünyadaki en kötü hislerden biridir çünkü... Kahvaltımı paylaşacağız, yanımda durmak istemezse küçük bir çıkın yapıp vereceğim. Belki konuşur benimle, bir şeylerini anlatır. Ya da çıkınını alır almaz koşa koşa gider mahçup bir tavırla. Eli yüzü kirli ama gözleri iki siyah boncuk ve bakışları henüz tertemiz. Dilerim ki elinin kirini, bakışına bulaştırma çocuk. Bunları s

Atlı karınca ve İstanbul!

Resim
İstanbul'a geçen sene gittiğimde bu iki fotoğrafı çekmişim. Bu sene defalarca gittim fakat hiç İstanbul fotoğrafı çekmedim. Şimdi gitsem neyi çekerdim acaba...

***

Resim
Güzelsin! Çok!

Google Earth'den nasibime düşen!

Resim
Google Earth'ü açıp gözlerimi kapadım. Sonra parmaklarımı gezdirip bir yer seçtim. Burası benim olsun dedim. Benim olsun derken "mülkiyet" anlamında değil. Bir kabul içeriyordu sadece. Gördüğüm görüntü geleceğime dair bir şey göstersin gibi... Şimdi burası Belgrano diye bir yermiş yanılmıyorsam. Ne görüyoruz? Kırmızı, Kırmızı, Ve yine Kırmızı! Fakat ne tuhaf bir kırmızı, kanımın rengi gibi. Öyle "kan kırmızı" tabir edilen bir renkte akmaz benim kanım. İçine azıcık beyaz katılmış suluboya kırmızısı gibidir. Kanamaya başladı mı da durmaz. Ha bu arada "içine beyaz katılmış kırmızı" deyince aklıma rakı ile suyun karıştığı an ve rengin dağılışı geldi. Bence görkemli bir şovdur rakıya suyu karıştırmak. Bilmem kaç bin kere yavaşlatılarak izlense büyüleyici hale geleceğine eminim! Şimdi bu fotoğrafa bakınca bir arada durmaları mümkün olmayan "kor"un ve "kar"ın cinsel ilişkiye girmesi gibi bir şey görüyorum. Hayatım böyle tezatlarla dolup t

Addams Family

Resim
Seviyorum! Bir kaç zamandır aklıma Addams Family gelip duruyor. Ben küçüktüm, hatırlıyorum bir ara Türk televizyonlarında gösterilmişti. Aşırı derecede ilgimi çekiyordu. :) Hele o kutunun içindeki el yok muydu el! Tozlu raflarımdan bu hafta Addams Ailesi çıktı. Açtım bir kaç bölüm izledim, hala eğlenceliler. Bir yerlerden temin edip bütün diziyi tekrar izlemek niyetindeyim. Saçmalıkmış gibi dursa da eskiden daha akilane ve yaratıcı şeyler yapılıyormuş. Gerek yurdumda, gerekse ecnebi memleketlerinde. (bu "ecnebi memleketleri" öbeğini bir yerlerde sürekli duyuyorum, beynimi hükmü altına almış durumda.)

Yolcu

Öncelikle, bu yazıya fotoğraf eklemiyor, blogumun sol alt köşesindeki küçük sarımtrak fotoğrafa atıf yapıyorum... Konuya geleyim; Tren yolculuğu yapmayı çok özledim ve tüm nimetlerine rağmen artık uçağa binmekten nefret ediyorum. Ayda ortalama 6 uçak yolculuğu yaptığım düşünülecek olur ise çok da tuhaf bir duygusal yaklaşım olmasa gerek... Ankara Tren Garı'ndan yola çıkıp İstanbul'a gittiğim o yolculuğu, vagonda içtiğim birayı, trenin Eskişehir'de arızalanması karşısında duyduğum şaşkınlığı ve neredeyse donmak üzereyken "kurtarılışım"ızı, pencereden gördüğüm hane içlerini, göz alabildiğine uzanan düzlükleri, bir yere varma gayemi o kadar yıl geçmesine rağmen unutmadım. Bundan sonra da unutacağımı sanmam. Oysa yaptığım herhangi bir uçak yolculuğuna dair herhangi bir an'ı özel olarak hatırlamıyorum! Uçak dendiğinde aklıma ilk gelenler, uçağın içindeki tuhaf koku (sanki bunu sadece ben mi alıyorum, hiç kimse rahatsız olmuyor!), basınçtan dolayı çekilen baş ağrıs

Gün Başı - Düş Sonu

Şu sıralar berbat rüyalardan sonra berbat duygular eşliğinde güne başlıyorum. Dün gece de eski kocam bana Osmanlı'dan kalma t.şşaklı bir yüzük hediye ediyordu. Tamam rüyamda ne işi var ve bana neden yüzük hediye ediyor ayrı bir sorun fakat rüyanın sinir bozucu kısmı eski kocam değil! Asıl sorun yüzüğü takınca duyduğum sıkışıklık hissi niyeydi? Yüzük sanki parmağımı kemiriyordu! Bir süre sonra yüzük parmağıma baktığımda yarısının yenmiş olduğunu görüyordum. Acaba bu rüya, iç benliğimdeki "ömrümün yarısını yedin!" düşüncesinin simgesel bir yansıması olabilir mi? Aslında du' bakıyım böyle bir düşüncem de yok ki! Neyse en iyisi ben şu şarkıyı dinlemeye devam edeyim. She wooooore blue velvet... Aklıma Wim Wenders'ın "Berlin Üzerinde Gökyüzü" filmi de geldi. Ne enteresan ve etkileyici bir filmdi. Film boyu çok sıkılmış fakat sinema salonundan çıktıktan sonra "ha s.ktir" demiştim. Bazı filmler böyledir, her şey bittikten sonra darbeyi çakar! Bu arada

Ne güzel bi' şey buldum!

www.fizy.com Ben bulduğuma gerçekten sevindim. Last fm'i kaybedeli bir süre olmuştu. Ucundan acık benziyorlar. Müzik dinlemek için güzel bir yol!

Uçan Balon

Resim
Uçan balon görmeyeli çok uzun zaman olmuş... Teşekkürler.

Bonobo (Simon Green)

Resim
Bonobo'yu daha yakınen tanımayı uzun süre önce kafaya koymuştum. Telefonumun melodisinin "Flutter" olduğu da düşünülecek olur ise bunun için geç bile kaldım. (Tavsiye ederim, ringing bell olarak çok iyi bir seçimdir. Anlaşılır, duyulur, neşelendirir, çok göze çarpmaz, ilgi ve gülümseme uyandırır, sade ve güzeldir.) Bonobo esasen görsel olarak insana en yakın primat türü imiş. Biyolojiden iyi anlayan birilerinden duymuştum. Savaşma seviş diyorlar ve şöyle sempatik, dudu dudu bir şeyler; Fakat ben bugün bu sevişgen arkadaşları ele almayacağım. Konu, bir müzik dahisi olan Bonobo olacak. Tabii ki yine bir "İngiliz güzeli" ile karşı karşıyayız. Neden bilmiyorum fakat bugüne kadar müziğine hayran olduğum heriflerin ve kadınların ve de grupların pek çoğu İngiliz çıktı! Chill-out olayını eskiden hiç sevmezdim fakat ne olduysa oldu bir yaştan sonra ilgimi çeker oldu. Özellikle "downtempo"ya ihtiyacım olduğundan sanırım... Hayatımın her alanında olduğu gibi müzi

Seminerin Ruhsal Durumuma Etkileri ve Gitme İsteği...

Resim
Ne zaman bir şeyler dinlesem ya da uzun bir telefon görüşmesi yapsam, elime kalem kağıt alıp bir şeyler çizmeye başlıyorum. Her şey bitip kendime geldiğimde yaptığım şeye bakıp bunu ne arada yaptığımı ya da yazdığımı düşünüyorum. Genelde bir kelime üzerine yoğunlaşıp hiç durmadan kağıda onu yazıyorum. Bu görsel zekanın belirtisi imiş. Bizim gibiler görünce daha iyi öğrenirmiş ve daha zor unuturmuş. Fakat bugünkü seminer hoşuma gitmiş olacak ki gayet iç açıcı şeyler çizmişim. Hatta München olayına bile girmişim. Konuşmacılar Almanya'dan gelince ben de değiş tokuş usulü orada olmak istemişim. Umarım en kısa zamanda Münih'teki şu hayali çiftlik evime giderim...

Elsa'ya Şiirler - Louis Aragon

... Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan Korkuyorum senden. Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları Ölmek daha kolaydır sevmekten Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam Sevgilim.

İşkence için alternatif öneri!

Bir kimseye işkence edip eza vermek mi istiyorsunuz: Onu simultane çeviriye maruz bırakın! İnsanın baş ve kulak sağlığına bu kadar olumsuz etki edebildiğine inanamıyorum! Beynimi vakumladı, enerjimi tüketti, düşünme ve duyma yetimi kaybettirdi, kulak memelerimi parça pinçik etti. Bu eziyetim yarın da tüm gün devam edecek. Almancayı ana dilim gibi konuşup anlayabilmeyi hiç bu kadar çok istememiştim!

***

"D. Hanım, bugün içinize Coco Chanel kaçmış." :) Bugün duyduğum bu cümle beni hayli neşelendirdi ve eğlendirdi.

Adem ile Havva

Havva: -Alt tarafı bir elma yedik beraber! Sezen Aksu'ya sevgilerimle, bu kadının düşünce şeklini seviyorum. :)

Neyi paylaşamadık?

Bugün bana dert yanan çok Sayın Yargıcım. Siz kendi işinizi zor bizimkini kolay sanıyorsunuz fakat çok yanılıyorsunuz. Gelin vazgeçin bu önyargılarınızdan! Avukatlar da sandığınız kadar mutlu ve rahat çalışmıyor. Hiçbir şey uzaktan göründüğü kadar hoş yaşanmıyor. Hukuk dünyasında avukat-yargıç ve avukat-savcı arasındaki tuhaf çekememezlik durumunu sonuna kadar eleştiriyor ve aynı çatı altında hizmet etmekte olduğumuz hukuk dünyasının artık bir ruh taşımasını ve içinde azıcık da olsa sevgiyi barındırmasını diliyorum. Aksi takdirde yaşadığımız hayat hiçbir zaman daha güzel olmayacak! En azından bunu umut edebilmek için mevcut durumu daha da zorlaştırmamalı... Ben ne yargıçlar gördüm avukatı azarlamayı şan görür! Ben ne avukatlar gördüm, Yargıca "Sayın" diye hitap etmeyi zul görür! Gerek yok arkadaşlar, bu ego vesveselerine hiiç gerek yok! Saçma saçma! Unvanlarla yaşamamalı insan. Unvanlarla adam olmamalı...

Buzdolabından Nefret Etmek!

Ben buzdolabı almak istemiyorum diyorum! O illa alacaksın diyor. Bu dolapla 4 yıldır birlikteyim. Bozuksa da bozuk sanane! İstemiyorum, ne yiyorum ki ben zaten, dolabım olmasa kaç yazar! Hem ya benim şu sıra 2 bin lira verebilecek durumum yok belki! İstemiyorum anlamıyor musun, İS-TE-Mİ-YO-RUM! Bana dayatılan şeyleri, heves etmeden el atılan mevzuları, hayatıma müdahale edilmesini istemiyorum!

Sign In - Sign Out

Keşke kendi hayatlarımızda da sign in/sign out yapabilme şansımız olsaydı. Özleyince girer, canımız sıkılınca da çıkıverirdik! Ben mesela, şu sıralar feci şekilde sign out edebilmek isteğindeyim. Gidişat hiç de hayra alamet etmiyor.

Yaseminlerin Sabahı

Gökyüzü bulut bulut uyanıyordu Tanrının büyük yalnızlığından Ağaçlar birer ses salkımıydı kuşların ağzında Ayın puslu cümlesinde evler okunaksız harflerdi Yasemin kokularından bir ışık sokaklarda Gittim denizin lacivert bahçesine oturdum Ölümün mü hecesiydim yaşamın mı bilmiyorum Arzuyla vazgeçiş canımda halkalanıyordu ... Şükrü Erbaş

***

Fazlaca keyifsizim. Kısa süreli suskunluğa sebep olabilir. Bugün tek istediğim kafa dağıtmak için yemek yapmak ve kitap okumak. Bir şeyler yoğurmam, una tuza bulanmam lazım. Sonra da durulmak için sayfaları çevirmeye... Üzerimdeki ölü toprağını böylece atabilirim sanki! Yani belki. Yani umarım...

NoCo(3)

"Hiç yara almadan aynadan geçemezsin..."

Erdem Şenocak ve Seyyar Sahne Ekibine Saygılarımla...

Resim
Bu gece... Hayatımda izlediğim en şahane ve en dokunaklı tek kişilik oyunu seyrettim.Hissiyatım çok başka. Susmak istiyorum, bağırmak istiyorum, şarkı söylemek, bulutlara çıkıp inmemek, hayal kurmak, kurduğumun hayal olduğunu bilmemek! Nedenini anlatayım: Seyyar Sahne ve Erdem Şenocak'tan haberdar oluşum Bir+Bir'in Nisan sayısı ile oldu. Seyyar Sahne isimli İstanbul menşeli ekibin oyuncusu Erdem Şenocak'ın, Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar kitabını sahnelediğini öğrenmiştim. Oyundan övgüyle söz ediliyor ve tesadüf bu ya o sıralar Oğuz Atay kafamda tuhaf biçimde yankılanıyordu! Gidip en sevdiğim kitabevinden Tehlikeli Oyunlar'ı satın aldım. O esnada kitabevindeki çocuk ekibin 6 Mayıs'ta İzmir'de olacağını söylemişti. Beni gizli bir davetle çağıran bu ele artık hayır demeyecektim. Karşıma bu denli ısrarla çıkan, dikilen ve çekip gitmeyen bu oyuna mutlaka gidecektim. Kısacası karar verilmişti! (Neden mi bu kadar zor karar verdim, Ankara Devlet Tiyatroları ve AST

Cılkı çıkmak!

Resim
Hala yok olduğunda merak edilebilen bir insanmışım; bu durumda hala sevenim var demektir! Sabahtan beri annem toplam 11 kere (uuu çok kızmış! ciizıs yu meyk mi sikeyrd!), oda arkadaşım 4 kere (anne misali azarladı, eksik kalır yanı yokmuş!), sevdicek bir kaç mesaj eşliğinde merak ettiğini gösterir ifadelerle homurdanarak, müvekkilin biri de 2 kere aramış. (Müvekkil sevdiğinden aramış olamaz ama en azından "siz bize lazımsınız" dedi.) Bugün gerçekten i am a loser! Bir boyun, bel, baş, el , ayak her şey aynı anda ağrıyabilir mi? Notre Dame'ın kamburu halt etmiş bitikliğimin bana verdiği kambur yanında. Kafayı boyun hizasına getiremiyorum! Mada faka! yo yo. Evden adımımı atana kadar her şey gayet normaldi. Fakat bir anda dünyam karardı ve kaldırım ortasında kendi çevremde iki tam tur atıp daireler çizdikten sonra yolun tam aksi istikametinde yürümeye başladım. Çünkü bacaklarım tutmuyordu; çünkü beynimde bir minyatür Karadeniz ekibi horon tepiyordu -ki onlar ara ara ziyaretim
Hem bira hem sigara aldığımı sandım. Sonra adama poşetin içine sigarayı koymamış diye sövdüm. Çantama düşmüştür diye iyi niyet belirtileri gösterdim, yine bulamadım. Cüzdana bakınca 5 TL ile iki bira, bir hoşbeş, bir de malbuş alınmayacağını anlayarak bunun hesaba hiç katılmadığını ve zaten sigara almamış olduğumu fark ettim. 23.24 Unuttuğum sigarayı almak için elimde 5 TL ile kapıya yöneldim. Çıktım. 5 TL ile malbuş alamam ki diye kendime sövmeye başladım. Koşarak gittim, bir bira daha ve sigara aldım. Dayanamadım aldım. Neye sinirliyim ki bu kadar..

Susmak düşer!

"dürtme içimdeki narı üstümde beyaz gömlek var." Birhan Keskin

Var mıdır?

Sevdiğim insanlara sevdiğim şarkılar uçurmaya devam ediyorum... Hem de yaklaşık 21 senedir! Küçükken balkonlu bir odam vardı. Çok güzel çok! O oda için -di'li geçmiş zaman kullanamam. O oda hala içimdedir ya da ben hala içindeyim o odanın. Gece yıldızların kucağında, gündüz bulutların salıncağındaydı! “Göklerle köpükler arasında”... (Bu Boris Vian cümlesini ömrümce kafamdan çıkaramadım niyeyse! Bkz. Günlerin Köpüğü. Beni mutlu eden şeyleri bu öbek ile tasvir etmek hoşuma gider.) Neyse, hatırlıyorum gökyüzüne çok sık bakardım odamdan. En çok da geceleyin. Oldum olası gecelere tutkunluğum var. Şu hava kararıp da yalnızsam, kafam kıyak, gözlerim açıksa; hele o çok nadiren yakalayabildiğim benden içeri halim de varsa keyfime değilmez. Belki bir tane de soğuk bira! Ya da bol limonlu bir absolud vodka... Ekşi yemek için yaratılmışım. Küçükken en sevdiğim şey çikolata değil turşuymuş. Hatta alerjim bile olmasına rağmen yemekten alamazdım kendimi. Dudak üzerimde bıyık şeklinde bir kırmızı

Bir Öğle Vakti (Yenişehir'de değil İzmir'de...)

Perşembe günü Tehlikeli Oyunlar'a gidiyorum. İzlenimlerimi aktaracağım. Bileti aldığım yerin "Duvar" isimli bir sahaf-kitabevi olması bana mutluluk verdi. Çünkü D&R ya da DOST Kitabevi gibi bir yer değildi... Bileti aldığım adam Oğuz Atay'ı tez konusu olarak incelediğini söyledi. Bu da bana keyifli geldi. Üstelik oyunu nereden izlemem gerektiği konusunda bana samimi bir öneri bile sundu. Ardından çok sevdiğim iki büyüğümle sahilde yürüdük, beni görüp bırakmadılar. Onlar menemen yedi ben makarna. Sonra taze sıkılmış portakal suyu içtik güneşin altında. Pasaport'a doğru havayı soluduk, ayakkabım ayağımı vurdu, bunu babam almıştı bayramda-bayram şekeri niyetine! ve...yine ofisteyim. Griliğin tam ortasında! Aklımda bir şeyler. Önümde iş! Bir kadın borcunu ödemeye gelmiş. İnsanlar etrafta, kalabalık, kalabalık... Biliyor musun çok kalabalık. :(

Bence

Açık konuşalım, korkağımdır kendime karşı. İçime kapandım; tam 3 yıl oldu! Laf olsun diye değil; gerçekten. Kendim bile açamayacak kadar sıkı kapandı, üzerimden kilitledim. Hayatımın sırrı müziktir. Piyano, yan flüt, gitar çalmışlığım ve hatta tuhaf olsa da TRT Ankara Türk Halk Müziği korosunda şakımışlığım vardır. :-) Neden bıraktım sorusunun tek yanıtı “kaçtım” olacaktır. İstediğim hayatı hatırlattıkları ve acı çektirdikleri için. Zira şu an yaptığım meslekle bu kadar ilintisiz bir başka uğraş daha olamazdı... Neticede ailem istemedi ve ben de bu işi daha fazla “hobi” olarak sürdürmek istemedim. Bu iş “hobi” olamayacak kadar kıymetliydi. Şimdi elimde, Ankara Hoşdere'de mukim Yamaha Eğitim Merkezinde 13 yaşlarında bıraktığım bir piyanonun hatırası (ki zaten o hiçbir zaman benim olmamıştı), kardeşim tarafından Uludağ'a gidebilmek için benden habersiz satılmış el yapımı bir gitarın silüeti ve oksitlendiği için griden turuncuya dönmüş zavallı bir yan flüdün hurdası var. İnan flüd

Vahşi Seks-Ölümcül Dişiler

Ne ile karşılacağımı bilmeden izlediğim bir belgesel hafta sonumu şenlendirdi. National Geographic serisinden 'Vahşi Seks-Ölümcül Dişiler'. (Sanırım bunun bir de Maço Erkekler bölümü var.) Belgeselde, doğadaki bazı türlerin cinsel hayatları yakın markaja alınmış. İşin şaka ile karışık olması da keyif katmış. Genelde filmleri orijinal dilinde ve alt yazılı izlemeyi severim fakat bu belgeselin dublajı çok başarılıydı. Herif de komikti! Hayvanlar seks için neler yaptı; ** Kutup ayısı bakirliğini verebilmek için kilometrelerce yolu devirip tam 90 kilo kaybetti. Ha bir de dişisi için başka bir aday ile dövüştü! ** Peygamber devesinin dişisi, erkeğini sevişirken yedi. Kafası kopan erkek "sana canım feda" nidalarıyla hala sevişiyordu...Zira pipi :-) bölgesinde de ayrıca sinirleri varmış. ** Bir sıçan türü(hangisiydi hatırlayamıyorum) sevişmekten proteinsiz ve aç kalarak öldü. Çünkü bu işi 12 saat aralıksız yaptı! Hala devam etmek istedi. Ölürken hala gidip geliyordu, bu çok

Elevator psychology experiment! Daha Gerçekçi Bir Yaklaşım İle Sürü Psikolojisinin Karşı Konulamaz Cazibesi!

Elevator psychology experiment - Illustrating the influence group behavior has on an ... Bu arada bloga direkt video ekleyebildiğim gün d.tüme kına yakıcam!

Oğuz Atay ile ilgili Problemlerimi Çözme Zamanı Geldi!

Bazen hiç tahmin etmediğiniz insanların, sizin hakkınızda bir şeyler bildiğini öğrenmek şaşırtıcı ve tedirgin edicidir! Dün bir güzel insan topluluğu içinde, bir ağabeyim Oğuz Atay'ın "Tehlikeli Oyunlar" kitabından söz açtı. Sonra bana dönüp "D. siz okudunuz mu?" diye sordu. "Hayır, maalesef!" diye yanıtladım. Bu ana kadar her şey normaldi. "Nasıl olur?" şeklinde bir tepki verdi şaşırarak. "Neden?" diye soruverdim. "Sen nasıl okumazsın, inanamıyorum!" dedi. Daha da yerin dibine girdim... Magmaya doğru yol aldım. "Sen bizim kitap kurdumuzsun, kesin okumuşsundur diye düşünmüştüm." dedi. İyi de benim kitaplarla bu kadar haşır neşir olduğumu nereden biliyordu. İlk kez karşılaştığım bir insan, Ankara'dan geliyordu ve elimde herhangi bir dergi, kitap görmüşlüğü de muhtemelen yoktu. Zaten kitaplarımın görülmesi de mümkün olamaz, bu yüzden kendime büyük çantalar alıyorum. Acaba blogumu mu keşfetti diye düşündüm ama b