Sigara
Eve her varışımda, kapıyı açar açmaz söylenmeye başlardım, tabii o yokken! Hayata duyduğu bunca kırgınlığı karşısında onu bir de ben kıramazdım.
"Yine ortalık sigara kokuyor!" ,"İçmese ne olur ki?", "Kültablasını boşaltmamış!" Bir hışımla girip bu isli, gri kokuyu yok etmek için camları sonuna kadar açar, odalara yapay kokular sıkar, kültablalarını boşaltır ardından çöp torbalarının ağzını sıkı sıkı bağlardım. Yine de koku yok olmazdı. Bilirsiniz işte, sindi mi siner eve, perdelere, elbiselere. Hatta bedene, ellere, bıyık üstüne, saç diplerine...
Ondan ilk kez bir şeyi yapMAmasını istedim.
"Yatak odasında sigara içmesen, bizi cayır cayır yakacaksın!" Tam olarak bu şekilde ve gülümseyerek söylemiştim. Çünkü cümle ağzımdan çıktığı anda, onunla birlikte yandığımızı, farkına varınca da can havliyle ve telaşla kendimizi söndürmeye çalıştığımızı hayal ettim. Sahne bana çok komik geldi! Güldüm işte! O ise hemencecik kabul etti... Bu kadar kolay olacağını hiç düşünmemiştim. Uykusunda o kadar çok sigara içiyordu ki bu isteğimi kabul ettiğinden beri, geceleri yanımdan defalarca kez kalkıp sigara içmek için salona gitmişti; bir tek orada içilmesini kararlaştırmıştık.
Tam olarak uyanmasam da onun yanımda olmadığını uyku halinde bile anlayabilirdim. Çünkü ayaklarım ayaklarına değmeden, ellerini tutmadan ya da en azından bedeninin bir parçasına temas etmeden huzurlu bir uyku çekemezdim! Kocaman bi' adamdı, bu yüzden elimi nereye atsam onun bir parçasına denk getirebilirdim. Benim bedenimin küçüklüğü karşısında onun kocaman oluşu ile yarattığı tezatlık hoşuma giderdi. Bu yüzden ona sık sık "kocamanım" diye hitap ederdim. Bu söz onu da memnun ederdi. Belki de kendini güçlü hissettirirdi kim bilir!"Pamuğuum" diye yanıtlardı... Bu kadar kocaman ve ters bakışlı bir adamın ağzından duymayı hayal edemeyeceğiniz pek çok "sevimli" sözcük duydum. Hem de gerçekten! O kendini bana saklardı. Bu da beni memnun ederdi. Sadece benim bildiğim bir takım şeyler vardı ne de olsa.
Onunla Paris'e ve New York'a gitmeyi hayal ederdik! Paris'i o, New York'u ben istiyordum. O Paris'i neden istediğini hiçbir zaman söylemedi. Belki de bir sebebi yoktu, aklına gelen ilk şehirdi... Bense New York'u esaslı sebeplerle istiyordum. Bi' kere en başta Paul Auster New York aşığıydı, mutlaka büyüleyici bir sebebi olmalıydı! Bunun yanında etkilendiğim pek çok sanatçının yolu New York'dan geçmişti. Sanki ben de bir kez oraya adımımı atarsam içimde gizli saklı yaşayan tüm perilerle karşılaşacak ve o günden sonra edebiyat incilerimi döküp saçacakmışım gibi hissediyordum.
Hani insan bu planları yaparken mutlu olur ya, o önce mutluluk duymazdı. Gitmek fikri onu korkuturdu. Yabancılık hissinden nefret ediyordu. Yapayalnız büyümüştü, bu yüzden dört bir yanı nefretle bezenmişti aslında. "Korkmaa her şey yolunda gidecek!" derdim. Hemen inanırdı. İnanmaya açtı. Kandırmak için söylemiyordum, gerçekten yolunda gideceğini biliyordum.
Kimseyi ve hiçbir şeyi sevemeyen bu adam, olmayan çocuğumuzun hayalini bile severdi... Tıpkı beni sevdiği gibi. Nasıl bir baba olacağını merak ediyordu. Birbirine tutku ile dolanmış bu iki vücuttan düşecek damlanın neye benzeyeceğini de! "Sana benzesin, gözleri senin gibi baksın, böyle muzip olsun" derdi her defasında. Hep bir çocuğumuz olsun isterdi... Kız olursa başının belaya gireceğinden korkar, beni şimdiden gizli ajanı ilan ederdi. Erkek olursa... Ah, ben hep bir oğlum olsun isterdim!
Her akşam çay içerdik. Bu ritüelimizdi. O çayı şekerli içerdi, bense şekersiz... Siz belki sigara içmediğimi düşündünüz ama "hadi yak bi' sigara bakalım!" diye paketi uzatınca elimi keyifle uzatır, içinden bir dal çeker, onun yaktığı sigarayı tüttürürdüm. Onunla yapmayı sevdiğim diğer şeyler gibi, onunla sigara içmeyi de seviyordum.
Bir gün ve hatta birdenbire, daha ne olduğunu anlayamadan her şey değişti.
Artık şekerim bitmiyor!
Artık New York'u görmek istemiyorum!
Artık bir oğlu düşlemiyorum!
Artık evim hiç sigara kokmuyor...
Yorumlar
Yorum Gönder