Baş ağrımın 8. günü. Non-stop gidiyoruz bakalım nereye kadar. En son bu şeyi yaşadığımda acilde omuriliğimden sıvı falan alıyorlardı, amcanın biri cenin pozisyonunda dur diye bağırıyordu! Zira iki kez beyin kanaması geçirdiğimden şüphelenildi. Ne tuhaf be, kendimin beyin kanaması geçirdiğimi düşünemiyorum. Bu tip şeyler hep başkalarına olur ya! Yarına bitirmem gereken babalar gibi bir temyiz dilekçemin olması nedeni ile geçici olarak yanımda ikamet eden annem, günlerdir başımın üzerinde duran ellerime dayanamayarak, şakaklarıma iki adet patates dilimini bir fular eşliğinde bağlayıp önüme de biramı koydu. (Patates- koca karı ilacı, bira da gevşemem için) Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz dedim ben size! Avrupai Pehlivan ya da Yerel Samurai kıvamında bir şey oldum şu halimle. Gittim aynada kendimi gördüm, güldüm güldüm, geldim bunu yazdım. Hiç komik olmadı. Neyse, bu da böyle bir anımdı.
Elmayı dilimledim ve bir dilimini O’na doğru uzattım. “Yer misin?” Omuzlarını hafifçe yükseltip başını yana eğerken “Eşkise men yemenem.” dedi. O’nunla ve çocukluğunu ele veren gözleriyle bu denli yakın mesafedeki ilk buluşmamızdı. Kullandığı bazı kelimelerdeki Azeri şivesinin baskınlığını ve bakışlarındaki kötülüğe hiç değmemiş -sandığım- o parlaklığı ne kadar da geç fark ediyordum, doğrusu biraz utandım. Anlaşılan o ki aramızdaki yaklaşık bin üç yüz kilometrelik mesafe, beni duygusal bir bağlantı kurabilmekten de uzak kılmıştı. O gün, yirmili yaşlarımın başında, babamın ağzından hep uzak hikayelerini dinlediğim tuhaf bir diyarda, Van’daydım. İzmir’de doğmuş, Ankara’da büyümüş, şehir çocukluğu konusunda hakkını vermiş bir şehir çocuğuydum. Herhangi bir meyve ağacını bir diğerinden ayırt edebilecek bilgiye sahip değildim mesela. Fakat hakkını da teslim edeyim; bahçelerde, sokaklarda kan ter içinde oyunlar oynayabilmiş, apartman bahçesindeki renkli çiçeklerin taç yapraklarını kopart...
Eylül ayı benim için yılın en keyifli ayıdır. İçimi yıldızlar, yaseminler, büyüklü küçüklü ağaçlar kaplar! Varoluşsal bir anlam yahut geçmişteki bir olaya bağlı olarak gelişen bir önemseme durumu değil. Sadece yazdan sonbahara geçişin ilk adımı Eylül'de atılır ya işte ben bu duyguyu çok severim!
Yorumlar
Yorum Gönder