Kayıtlar

Temmuz, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yoğurt :-)

Resim
Kokoş semtinde yaşadığımdan mıdır nedir, buradaki h(e)lk totosunu kaldırmaya üşendiğinden olsa gerek (halkın küçük ve diri popolarının bir araya gelmesinden oluşan tek bir kocaman popo düşündüm bir an!), "Tekel 24" şeklinde bir hizmetle karşı karşıyayız. Ben de bu akşam, oturduğum semte ayak uydurarak "anassını sateyım, ben de söleyecem, benim neyim eksik" zihniyetiyle, üstelik canım da cacık çektiğinden (insanın canı gece 23:00' da cacık çeker mi çeker!) kendime yoğurt söylemeye karar verdim. Gelin görün ki şimdi adamı arayıp sadece yoğurt istesem, "sen benle dalga mı geçiyosun bacım" şeklinde tepki vermese de (semtin ruhu gereği böyle tepki vermez, herkes pek kibar) içinden söver diye düşündüğümden yoğurdun yanına bir şeyler daha yamamaya çalıştım. Fakat işin zor tarafı başrolde yoğurdun olduğunu çaktırmamaktı. Zira gece 23:00'da istenen yoğurdun pek de hayra alamet olmayacağı düşünülebileceğinden ve ben de her sabah bu Tekel 24 hizmeti veren şek

Bir Pazar Sabahı gözünü Küba'da açmak vardı...

HABANA VIEJA from Van Royko on Vimeo .

Bi' Parmak İzimizi Almadığınız Kalmıştı!

Mevzu : Biokimlik Bankalara verdiğimiz, ev adresi, cep telefonu, iş yeri adresi, iş yeri telefonu, e-posta, faks no, anne kızlık soyadı yetmedi bir de şimdi PARMAK İZİMİZİ mi vereceğiz!? Kimse kusura bakmasın, ben güvenlik ayağına bir de parmak izimi veremeyeceğim... Zaten bankalardan haz etmiyorum, bütün özel hayatımı bildikleri yetmezmiş gibi bir de o kayıtlara izimi bırakmaya hiç niyetim yok! Ne alaka, niye bankada parmak izim olsun ki! Güvenliği sağlamanın binbir türlü yolu var, başka kapıya! Ayrıca ben o kadar teknolojik olmaktan da pek hoşlanmıyorum galiba. (Bilim kurgu ile fazlaca haşır neşir olursanız paranoyak ve isteksiz olmanız kaçınılmazdır!) Ha bir de hepimizden uzak olsun ama yarın bir gün adamın biri kredi kartımızı çalmaya kalksa, şimdi şu parmak izi olayı yüzünden bir de beraberinde işaret parmağımızı da kesip götürecek! Paramızdan olduğumuz gibi bir de parmağı kaptıracağız yahu. Yok veremem o parmağı, o benim en sevip sahiplendiğim, en alıştığım parmağım! Ben hiç

Bir Akıllı Siz Misiniz?

Hani özellikle şarkı-türkü yarışmalarında oy artırmak için kendi yörelerine (atv'deki Türkünü Söyle yarışmasına denk gelince "yöre" kelimesine yöneldim), Belediyelerine, Derneklere, Vakıflara falan selam ediyorlar ya. Hah işte ben o kadar sinsiyim ki ben de okuyucularıma göndereceğim ulan selam! Bir bildiği vardır bu kadar selam gönderen insanın, yıllar yılı değişmeyen bir gelenek neticede. Üstelik sunucular da hep izin veriyor! :) Şimdi benim blogumda "who is among us" diye bir oluşum var. Hani en altta, yeşil kutu ve üzerinde sarı renkle, genelde "1" yazan kutucuk. "1" in ne anlama geldiğini de söyleyeyim; o anda blogda yalnızca sizin olduğunuzu gösteriyor kendisi. Benim blogum kişiye özel, biri varken diğerini almıyorum! Yoksa talep çok yani! Ben sizi düşünüyorum, rahat rahat okuyun, 'benden başkaları da şu an burada tedirginliği' yaşamayın istiyorum. Yoksa ben de bilirim 500 kişi doldurmayı aynı anda. (Allah benim belamı versin!)

Yapraklarım...

Resim
Bu akşam frambuazlı cheesecake yedim. Belki de ondan mutsuz değilimdir! Dikkat : "mutluyum" değil; "mutsuz değilim" diyorum. Zira mutlu da değilim. Tatlılardan söz açılmışken, çocukken adisebaba, rokoko ve acıbadem kurabiyesini pek severdim. Tatlıyı sevmememe rağmen, bu şeyleri yapış yapış oldukları için seviyordum, ne delice! Sonra annem bize rokoko yapabilmeye başladı, buzdolabının buzluk kısmında alüminyum folyolara sarılı, gizli bir hazine oluyordu yazları, inanılır gibi değildi. Ve ben o sıralarda ilk harçlıklarımla herkes gibi TİPİTİP değil; acıbadem kurabiyesi alıyordum. (Herhalde 8-10 yıldır yememişimdir.) Şimdi düşündüm de galiba yaşıtım bir velede göre gayet iyi harçlık alıyormuşum! Acıbadem kurabiyem olmadığı zamanlarda, bahçedeki yaprakları toplayıp yemek yaparak avunuyordum. Ha bi' de yaptığım çamur rengi şeyi yemeye ve etraftakilere; en çok da Hanifi Amca'ya yedirmeye çalışıyordum. Hanifi Amca bizim apartmanın tatlı görevlisiydi. Adamla birlikt

NoCo (4)

Resim
Erzurum kökenli, Fransız bir Ermeni olan felsefe adamı ve siyaset bilimci Michel Marian ile "Ermeni Tabusu Üzerine Diyalog" a Dair Söyleşiden alınmış bir kısmı alıntılıyorum. Bir+Bir'in Haziran-Temmuz 2010 sayısından... - Başta ABD olmak üzere bazı ülkeler parlamentolarında soykırımı resmi olarak tanıdıklarını ilan etti. Hatta Fransa Millet Meclisi, Ermeni soykırımının inkarını yasaklayan, henüz yürürlüğe girmemiş bir yasa çıkardı. Bu girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Ortada iki farklı tip yasa var. Soykırımı tanıyan ve dolaylı olarak da Türkiye'den aynı şeyi yapmasını isteyen parlamento kararlarını olumlu buluyorum. Bence bu zorunlu ve Türkiye'nin içinden gelen baskı yeterli olmadığı sürece dışarıdan böyle bir baskı geleceğini göstermek adına işlevi koruyan bir girişim. Buna karşılık, soykırımın inkarını cezalandırmayı öngören yasalara kesinlikle karşıyım. Ermenilerin bütün zayıflıklarına rağmen, başardıkları şey, başlarına gelen felaketi evrensel tarihe

Haftasonu Günlüğü

Bu haftasonu sevgili arkadaşım Penco'mu (asıl adı olan Genco da yeterli ölçüde takma ad kıvamında ise de biz ona Penco diyoruz. Zaten bu ekipte Volkan'a 'Volken', Duygu'ya 'Tuygu' denir - harflerle alıp veremediğimiz var görüleceği gibi-) evlendirmek için Ankara'daydım. İşin saçma yanı, geçtiğimiz Salı günü de iş icabı oradaydım! :) Bir hafta içerisinde iki Ankara turu beni gerçekten yordu. Ankara benim için parçalı bulutlu, kocaman geçmişim demek... Parçalı bulutlu tabirini acıların çocuğuydum gibi bir anlamda kullanmadım aman ha! Öyle ajitasyonluk bir durumum yok. Sadece bildik ergenlik curcunaları işte... O curcunalar parçalı bulut yaratıyordu iç organlarımda. Ankara, benim için taşıdığı anlamı görsel olarak İ. Melih Gökçek sayesinde yitirmiş olsa dahi maneviyatımdaki yeri, tek bir tozu dahi kalkmamış şekilde duruyor... Annem, babam, kardeşim, çocukluk arkadaşlarım, okullarım, çer çöpüm, aşklarım, ergenlik asabiyetim, kavgalarım, en çok da ı

Morcheeba Step 1-2-3-4-5!

Morcheeba dinlerseniz, hayallerinize dokunduğunuzu sanabilirsiniz! Bu tehlikelidir. Tehlikeli diyorum, yine de yapın diyorum. Bir kaç tüyo vermek gerekirse; 1-) Morcheeba dinleme faaliyeti bitmek üzereyken, göz kapaklarından evvel, nefes burun ve/veya ağız kanalından açılmalıdır. (Boğularak ölmemek için tabii ki!) Gözleriniz işgüzarlık edip nefesinizden erken davranırsa kör olma riskiniz vardır. 2-) Morcheeba dinlerken hırsızlık yapabilirsiniz. O denli parmak ucunda hareket edersiniz ki kimseciklerin ruhu duymaz. Herhangi bir ruhun duyması halinde tarafımca sorumluluk kabul edilmez! Beceriksizlik kati ve şahsi bir yaradılış özelliğidir! 3-) Morcheeba dinlerken uykuya geçildiği takdirde göreceğiniz paranormal rüyalar sabaha çıkmanızı engelleyebilir. Sabaha çıksanız bile çıktığınız sabahtan memnuniyetsiz olmanız yüksek ihtimaldir. Çünkü hiçbir sabah, gördüğünüz rüyadaki sabahın yerini tutamaz. 4-) Morcheeba dinlerken aşıksanız burnunuz düşebilir. Kokular gelir, gelir gelir gelir... Burnu

Candy

Resim
Neil Armfield'in yönetmenliğini yaptığı "Candy" eroin dolu bir aşk hikayesi. Dolayısıyla her eroinli aşk hikayesi gibi acılar yumağını kolunuza dolayıp film boyu sarmalanıyorsunuz! Bu gece izlediğim bu film beni yıprattı. Evet gerçekten! İçinde bulunduğum psikolojik dönemden kaynaklanan bir vaziyet de olabilir, bilemem! Yalnız ben "yıpranmak"tan hoşlanmam. Sadede gelmem gerekirse bundan önceki 5 satırı sadece aşağıda şiirimsi hale getirdiğim ve filmde Candy'nin (Abbie Cornish - ben bu kadının yanaklarını ısırırım, pek güzel- ki bir de ben sarışın kadın sevmem!) sesinden dinlediğimiz şu satırlara varabilmek maksadıyla yazıyorum. Bu cümlelerin bilimum renkteki oje ve ruj ile depodan bozma bir evin tüm duvarlarına yazılmış olması terkedişin tepik etkisini katmerlemişti tabii... Bu kısmı üç kere geriye alıp izledim... **** Bir zamanlar, Candy ve Dan yaşardı. O yaz çok sıcaktı! Balmumu, Ağaçların içinde eriyordu. Oğlan, balkonlara tırmanır, Kız için her yere tırm