EŞKİ
Elmayı dilimledim ve bir dilimini O’na doğru uzattım. “Yer misin?” Omuzlarını hafifçe yükseltip başını yana eğerken “Eşkise men yemenem.” dedi. O’nunla ve çocukluğunu ele veren gözleriyle bu denli yakın mesafedeki ilk buluşmamızdı. Kullandığı bazı kelimelerdeki Azeri şivesinin baskınlığını ve bakışlarındaki kötülüğe hiç değmemiş -sandığım- o parlaklığı ne kadar da geç fark ediyordum, doğrusu biraz utandım. Anlaşılan o ki aramızdaki yaklaşık bin üç yüz kilometrelik mesafe, beni duygusal bir bağlantı kurabilmekten de uzak kılmıştı. O gün, yirmili yaşlarımın başında, babamın ağzından hep uzak hikayelerini dinlediğim tuhaf bir diyarda, Van’daydım. İzmir’de doğmuş, Ankara’da büyümüş, şehir çocukluğu konusunda hakkını vermiş bir şehir çocuğuydum. Herhangi bir meyve ağacını bir diğerinden ayırt edebilecek bilgiye sahip değildim mesela. Fakat hakkını da teslim edeyim; bahçelerde, sokaklarda kan ter içinde oyunlar oynayabilmiş, apartman bahçesindeki renkli çiçeklerin taç yapraklarını kopart...
Sinemanın beni büyüleyen yönü bu işte! Belki çok ender oluyor ama olduğu zamana değiyor. Koca bir şiir gibiydi bu bölüm. İmgeler (sırt sırta durmaları anında zamanın hızla değişmesi fakat mekanın durağanlaşması) o kadar güzel işlenmişti ki...
YanıtlaSilSöyleyecek söz yok...
Bu gece çok iyi geldi...
İyi ki paylaştın...
Teşekkürler...
Düşüncelerimiz paralel demek ki.
YanıtlaSilBen blogda video paylaşmayı pek sevmiyorum ama paylaştıklarım gerçekten "en" lerim oluyor.
Yukarıdaki de filmin en sevdiğim bölümü olduğu gibi bugüne kadar sinema sanatında beni en çok etkilemiş sahnelerden biridir. Keza Natalie Portman hayranlık duyduğum üç beş ünlü şahsiyet arasındadır. Oyunculuğunu ve şahsiyetini beğenirim. Bu arada ben gerçekten çok zor "beğendim" derim. :)
Ben bu bölümü ara ara izlerim, canım sıkıldıkça, bilmediğim bir duyguyu aradıkça! Bana çok iyi geliyor. Sana da iyi gelmesi ne güzel.