Abbas Rakı diye bir şeyi hiç görmedim ve duymadım. Fakat bu gece tesadüf eseri yukarıdaki afişine rastladım. Sadece şunu merak ediyorum, rakının tüketici kitlesini pilates esprisi ile etkileyebileceği zannında olan zihniyet başarı elde edebilir mi? Cevap veriyorum: HAYIR! Yani ben en başta babamdan ve kardeşimden biliyorum, reklamını pilatesi tiye alarak yapan bir rakı markasını hayatta tercih etmez, bundan bi' cücük olmaz diye düşünürler. Yazık etmişler çünkü marka olarak "Abbas" başarılı olabilecek bir seçimmiş bence.) Eğer Abbas'ımın hitap ettiği kesim genç nesilse o da yemez. Çünkü rakı tüketicisi çoğunlukla erkeklerden oluşmaktadır. 'Ne tatlı ne hoş beş hatunum; rakı masasında bile muhabbete gelirim, paşalar gibi lakerdamı yer rakımı da içerim' minvalinde kadınlar dışında hemcinslerim arasında da rakı fazlaca tutulmaz. Bu durumda genç nesil yönünden de sonuç hüsran olacaktır. Ah bana bi' kapıları açsalar reklam sektöründe ne bombalar patlatıcam da eli
Elmayı dilimledim ve bir dilimini O’na doğru uzattım. “Yer misin?” Omuzlarını hafifçe yükseltip başını yana eğerken “Eşkise men yemenem.” dedi. O’nunla ve çocukluğunu ele veren gözleriyle bu denli yakın mesafedeki ilk buluşmamızdı. Kullandığı bazı kelimelerdeki Azeri şivesinin baskınlığını ve bakışlarındaki kötülüğe hiç değmemiş -sandığım- o parlaklığı ne kadar da geç fark ediyordum, doğrusu biraz utandım. Anlaşılan o ki aramızdaki yaklaşık bin üç yüz kilometrelik mesafe, beni duygusal bir bağlantı kurabilmekten de uzak kılmıştı. O gün, yirmili yaşlarımın başında, babamın ağzından hep uzak hikayelerini dinlediğim tuhaf bir diyarda, Van’daydım. İzmir’de doğmuş, Ankara’da büyümüş, şehir çocukluğu konusunda hakkını vermiş bir şehir çocuğuydum. Herhangi bir meyve ağacını bir diğerinden ayırt edebilecek bilgiye sahip değildim mesela. Fakat hakkını da teslim edeyim; bahçelerde, sokaklarda kan ter içinde oyunlar oynayabilmiş, apartman bahçesindeki renkli çiçeklerin taç yapraklarını kopart
Hala buralara gelip giden varsa, "aaaa bu blog da Ekim ayında kalmış, artık ölmüş" diyip beni anında infaz etmesin diye - ki ben öyle yapıyorum- üç beş satır bir şeyler yazarak hayat belirtisi gösterme kararı aldım. Ben geçtiğimiz son bir kaç ayda, ömrümce yaşamadığım pek çok şeyi hızlandırılmış kur şeklinde yaşadım. Dedemi kaybettim, eve hırsız girdi, annem sevgilimi çok sevdi, babam bana sadece benim bileceğim bir sır verdi onun ağırlığını taşıyorum... Dedem benim için bu dünyadaki en pamuk insanlardan birisiydi. O kadar tertemiz bir şekilde veda etti ki bu yaşama tıpkı kendisi gibi ölümü de pamuk oldu... Yıkandı, abdestini aldı, namazını kıldı, anneanneme "Nermin ben biraz üşüdüm bana yünlerimi giydir" dedi, yatağa uzandı ve gözlerini kapadı! Onu defnetmek için apar topar Keçiborlu yollarına düştük, memleketine gömülmek istemiş. Tesadüf o sıra annem yanımdaydı, yola annem, teyzem, ben ve kuzenim çıktık İzmir'den. Babam Van'dan, kardeşim de An
Yorumlar
Yorum Gönder