Giderken

İzmir'den Eskişehir'e gidecekken, "hava nasıldır ki?", "ne giymek gerek?", "kıçım başım donar mı?", "yoksa otobüste böyle yanılır mı?", "kademeli, katmanlı, katmerli giyinmek en mantıklısı!", "en kötü soyunurum", "ama ya böyle de üşürsem", "o zaman şaldan bozma atkıdan kırma şu şeyi de yanıma alayım" diyerek geçirdiğim saatlerimin sonunda, simsiyah ve tüm bu düşüncelerimin dışında giyinmiş olduğumun farkına vardım.

Hayat, sana dair kurduğum hiçbir plan yolunda gitmeyecek bir kez daha anladım!

Annem uyuyor, babam iş yemeğinde! Kısacası onlar yanımdayken de bana bir "güle güle" diyecek kimse olmuyormuş. Dolayısıyla yalnızlığıma üzülmemekte haklıymışım gayet! Hımhs!



Gitmelerin en sevdiğim yanı, saatler boyu havası sönmeyecek düşünce balonu! Bir de yeni başlanan kitaplar. Sırf yola çıkıyorum diye elimdeki son kitabı bitirip, yenisini çantaya attım.

Nick Hornby'nin Juliet Çıplak'ı evde kalırken (kendisini eğlenceli bir vapur/otobüs/yani kısa yol kitabı ilan ediyorum.), Ursula Le Guin'in 'Lavinia'sı benimle geliyor. Arka kapak yazısı o kadar hoşuma gitti ki içinde beni bekleyen şeylerin de en az o kadar güzel olmasını ümit ediyorum. Kitabı alalı aylar oldu, her şeyin bir zamanı vardır ya, Lavinia'nınki de benimle başbaşa kalacağı bu yolculukmuş.

Seviyorum, sevmiyorum, herkesi!

Kapanış, Lavinia'nın arka kapak yazısı ile...

"Ama o bunları yazmadı. Şiirinde hayatıma önem vermedi. Beni ihmal etti çünkü beni ancak ölürken tanıdı. Bunda onun suçu yok. Düzeltmeler yapması, şiirin üzerinde tekrar düşünmesi, yarım kalmış satırları tamamlaması, bitmediğini düşündüğü şiiri bitirmesi için çok geçti artık. Bunları yapamadığı için üzülüyordu, biliyorum; benim için üzülüyordu. Şimdi olduğu yerde, karanlık nehirlerin ötesinde, birileri ona Lavinia'nın da onun için üzüldüğünü söyleyecektir belki de...

Varlığım yüzyıllar boyu sürecekse eğer, en azından bir kerecik ortaya çıkıp konuşmam gerekir. Şairim bana hiç söz hakkı tanımadı. Sözü ondan almak zorunda kaldım. Bana uzun ama küçük bir hayat verdi. Yere ihtiyacım var, havaya ihtiyacım var."

Vergilius'un Aeneas'ında, yiğit savaşçı Aeneas rakiplerini alt ederek Latium kralının kızı Lavinia'yla evlenir ve Roma İmparatorluğu'nun temellerini atar. Destanda Lavinia'nın ne belirgin bir rolü, ne de kendine ait bir sesi vardır. Ursula K. Le Guin işte bu ihmal edilmiş karakteri alıp ona hak ettiği sesi veriyor ve büyük şairin destanında anlatmadıklarını onun gözünden, onun dilinden anlatıyor. Lavinia savaşın doğasını ve erkek-egemen toplumu sorgulayan; insanı insan, toplumu toplum yapan değerleri irdeleyen; edebiyatın gücünü vurgulayarak kurguyla gerçeklik arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran yaratıcı bir roman: Büyük bir destanda küçük bir rolü olan güçlü bir kadının kendi destanı.

Yorumlar

  1. "Güle güle" diyecek birinin olmamasından daha da acısı var ki; o da taze ve huzurlu havasına indiğin şehrinde yanakları elmadan kırmızı, nefes nefese kalmış ve zıpır gülüşlü birinin sokakları uçarcasına geçerek "hoşgeldinnnn" diye seni karşılayamaması ve onunla beraber sıcacık bir çorbaya ortak olamadan günün bitmesi..

    YanıtlaSil
  2. hmmm çok leziz bir kitaba benziyor, mutlaka okuyacağım. ama yolculukta değil; elimde kahveyle en sevdiğim koltuğa kıvrılıp okuyacağım bunu. yolculuklarda kafamı cama dayayıp elimde unuttuğum kitabımla beraber dünyayı seyre dalıyorum ben, heba ediyorum güzelim kitapları..

    YanıtlaSil
  3. gitmelerin en güzel yanı..

    bunun üzerinde sanırım milyonlarca şey yazar, milyonlarca şey söylerim.

    yalnız; "her şey gitmekle başlar ve her şey yolculuktan gelir" sanırım bunu ifade edebileceğim tek laf.

    yolun açık olsun..

    YanıtlaSil
  4. Bugün kitapçının birinde bu kitabı alsam mı almasam mı diye tereddütte kaldım. Sanırım okuyacağım bu kitabı.

    Güle güle :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kör Hırsız Aşık

Karton Adam

Pazar Günlerinin Şahı; Eylül Ayının ilk Pazarı!