Acemi Öykü - 2

***
Birden saatin farkına vardı. Elleri, masanın mermer soğukluğunca üşüdü! Yuvarlak şekilli, koyu ve belirgin damarlı masanın üzerindeki beyaz porselen fincanına uzanıp çayından kocaman bir yudum aldı! Aslında çayı ince bellide içmeyi severdi, hiç şeker atmaz, limonu da işe karıştırmazdı! Çayın bekareti bu şekilde bozulmamalıydı! Bu defa sipariş verirken, nedendir bilinmez kibar bir porselen fincanda içmeyi tercih etmişti. Eski alışkanlıklarından kurtulmak istiyordu belli ki! Pek tabi ilk adımı şu bardak sayesinde atmış olabilirdi. “Her şey, küçük şeylerle başlar!” dedi kararlı, her şey küçük şeylerle başlar...

Fincanı, tabağındaki oyuğuna oturtup elindeki jelatinli kağıtla oynamaya devam etti. Tırnakları ile dümdüz yaptığı jelatini gören uzak bir masadaki herif, suratına budala bir şekilde gülümseyerek “ortak bir geçmişin izlerini taşıyoruz” bakışı fırlattı! Bu “ortak olma” duygusundan rahatsızlık duydu! İçindeki ses: “Neyse, en azından saçım cücük kadarken de beni beğenen adamlar olabiliyormuş!” diyerek konuyu dağıttı. Adama dil çıkarmak istedi fakat porselen fincanın hatrına bu şımarıklığı yapmadı. Aslında hanımefendilikten sıkılalı yaklaşık 30 yıl olmuştu!

Bu sıkıntının, ilerleyen günlerde yaşayacağı saçmalıkların ilk ipucu olduğu ise daha o anda belliydi!

Kafasını döndürürken ona bakan adamın ellerini gördü. Kıllı parmaklarındaki davetkar tavır canını o kadar sıkmıştı ki oradan uzaklaşmak istedi ve kaldığı yerden hatırasının güzelliğinde saklanmaya karar verdi...

***

Şimdiye kadar şu yeşil pis kokulu silgileri, kırıntı biriktirme işine bulaştırmadığına şükrediyordu. Daha önce kendisine yeşil silgi kırıntıları teklif eden arkadaşları olmuşsa da hepsini tek kalemde reddetmişti; bu konudaki kararlı duruşundan memnundu. Yaratacağı şu “dünyanın en büyük silgisi”nde yeşil silginin esamesi bile okunmamalıydı. Ona göre yeşil silgiler etrafa o kadar güçlü bir kötü koku salıyordu ki sanki devamlı koklarsa, oluşacak etki ile ciğerleri bile yeşerebilirdi! Kötü bir işkence yöntemi olarak bunu bir kenara not etti. İrem'i bir odaya hapsedip burnunu yeşil silgilerle tıkayabilirdi mesela! Bu kötü düşünceyi aklından uzaklaştırmak istedi.

Canı sıkıldığında yaptığı çok basit iki şey vardı. Eğer evdeyse; babasının Doğu'daki kaçak pazarından getirdiği Yamaha marka orgunun başına oturup saatler boyu tuşlara basmak, evde değilse Yağmur'u düşlemek...

Yağmur da yeşil silginin kokusundan nefret ediyordu! Gözleri yeşildi; pırıl pırıl!
Altın rengi, jelatin çikolata kağıtlarından sonra gördüğü en parıltılı şeydi bu gözler. Yağmur okul korosunda üçgen(triangolo) çalıyordu ve üstelik çaldığı üçgen de en az kendisi kadar parlaktı!

Berrak Öğretmen Hayat Bilgisi dersinde, bütün organların durduğu yerleri anlatmıştı onlara. Kalbimiz işte buradadır çocuklar diyerek, sol omzunun çaprazında, sol memesinin altında bir yerleri işaret etmişti. İşte o yerde, garip bir titreşim ve huylanma benzeri şeyler hissediyordu. Sanki görünmez bir el, uzun bir sopayla karnını dürtüklüyor gibiydi. Her şeyini Yağmur'a hediye etmek istiyor; annesinin, saçlarına taktığı salak kurdeleleri Yağmur beğenmez diye ödü kopuyordu! İşte böylece Yağmur'a aşık olduğunu bir kez daha anladı.

Birden sinirlendi! Çünkü aşık olmak istemiyordu ve bu akşam bunu annesiyle konuşmalıydı! Şimdi annesi de O'na evlenip evlenmeyeceklerini soracaktı kesin! Hayır evlenmek istemiyordu ve asla da istemeyecekti. Ne yani insan evli olmazsa sevemez miydi? İlla ki evlenmek mi gerekiyordu? Konuşmalara çok defa kulak kesilmişti ve büyüklerinin bu konudaki keskin tavırlarına hiçbir anlam veremiyordu doğrusu. Üstelik kendi yaşıtları da büyüklerine ayak uydurmuş; hepsi bir ağızdan evlenmek istediklerini anlatıp duruyorlardı! Çözmesi gereken başkaca meseleler olduğu için bu konuyu şimdilik kafasında yaşayan minyatür Yakari'ye emanet edip o civardan uzaklaştı. Giderken: "Geri döneceğim Yakari" dedi.

Elini minik kalbine götürdü ve atışını duymaya çalıştı. Önce memesiz oluşuna sinirlendi bir kez daha. Öğretmeniyle annesinin memeleri kocamandı ama Allah baba ona bir memeyi bile çok görmüştü! Kendisine meme yerine sadece o küçük pütürcüğü vermişti. Küçük bi' pütürcük ve işte o kadar! Bütün olup olabileceği buydu! Belki de Yağmur bu yüzden ona bakmıyordu.
***

Elini fincana çarpınca çıkan sesle irkilerek kendine geldi!
Şu adam artık çok olmaya başladı, haddini bildirmek gerek diyerek ayaklandı ve hiç utanmadan memelerine bakan, bir kaç masa ötedeki adama doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Yaklaştıkça bir şeyin farkında vardı; bu adam... Tuğrul'du! Ve zaten Tuğrul 14 yaşından beri (D)erya'nın memelerine bakardı!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Haydi Abbas Vakit Tamam Pilates Diyordun İşte Oldu Reklam!

Karton Adam