Ooo ben ne şanslı blogger'ım böyle. Ben yazıyorum, izleyici tamamlıyor. Herkese böyle izleyici lazım. Teşekkürler Vuslat. :) p.s.: Ben kaçmak, sense gideni tutmak istemişsin. Fark ettin mi? Ya da ben mi öyle algıladım?
Kadın romanında ki gölge oyunun hatırlar mısın? Gölge düşmeye başlamıştı ve adam gölgeyi yakalamaya çalışıyordu. Bir farkla tam yakalayacakken duruyor tutmuyordu. bütün gücüyle uzanıyor ama tutamıyordu. Ne kadar tutmak istese de düşmek eylemi düşenin seçimi ve isteğiydi çünkü. Bu tercih onundu. Yani kaçışı kadardı tutunacak en ağır yeri...
Abbas Rakı diye bir şeyi hiç görmedim ve duymadım. Fakat bu gece tesadüf eseri yukarıdaki afişine rastladım. Sadece şunu merak ediyorum, rakının tüketici kitlesini pilates esprisi ile etkileyebileceği zannında olan zihniyet başarı elde edebilir mi? Cevap veriyorum: HAYIR! Yani ben en başta babamdan ve kardeşimden biliyorum, reklamını pilatesi tiye alarak yapan bir rakı markasını hayatta tercih etmez, bundan bi' cücük olmaz diye düşünürler. Yazık etmişler çünkü marka olarak "Abbas" başarılı olabilecek bir seçimmiş bence.) Eğer Abbas'ımın hitap ettiği kesim genç nesilse o da yemez. Çünkü rakı tüketicisi çoğunlukla erkeklerden oluşmaktadır. 'Ne tatlı ne hoş beş hatunum; rakı masasında bile muhabbete gelirim, paşalar gibi lakerdamı yer rakımı da içerim' minvalinde kadınlar dışında hemcinslerim arasında da rakı fazlaca tutulmaz. Bu durumda genç nesil yönünden de sonuç hüsran olacaktır. Ah bana bi' kapıları açsalar reklam sektöründe ne bombalar patlatıcam da eli
Elmayı dilimledim ve bir dilimini O’na doğru uzattım. “Yer misin?” Omuzlarını hafifçe yükseltip başını yana eğerken “Eşkise men yemenem.” dedi. O’nunla ve çocukluğunu ele veren gözleriyle bu denli yakın mesafedeki ilk buluşmamızdı. Kullandığı bazı kelimelerdeki Azeri şivesinin baskınlığını ve bakışlarındaki kötülüğe hiç değmemiş -sandığım- o parlaklığı ne kadar da geç fark ediyordum, doğrusu biraz utandım. Anlaşılan o ki aramızdaki yaklaşık bin üç yüz kilometrelik mesafe, beni duygusal bir bağlantı kurabilmekten de uzak kılmıştı. O gün, yirmili yaşlarımın başında, babamın ağzından hep uzak hikayelerini dinlediğim tuhaf bir diyarda, Van’daydım. İzmir’de doğmuş, Ankara’da büyümüş, şehir çocukluğu konusunda hakkını vermiş bir şehir çocuğuydum. Herhangi bir meyve ağacını bir diğerinden ayırt edebilecek bilgiye sahip değildim mesela. Fakat hakkını da teslim edeyim; bahçelerde, sokaklarda kan ter içinde oyunlar oynayabilmiş, apartman bahçesindeki renkli çiçeklerin taç yapraklarını kopart
Ben, ciğerim
YanıtlaSilsense sesim
kaçışın kadar
tutunacak en ağır yerim
Ooo ben ne şanslı blogger'ım böyle. Ben yazıyorum, izleyici tamamlıyor. Herkese böyle izleyici lazım. Teşekkürler Vuslat. :)
YanıtlaSilp.s.: Ben kaçmak, sense gideni tutmak istemişsin. Fark ettin mi? Ya da ben mi öyle algıladım?
Kadın romanında ki gölge oyunun hatırlar mısın? Gölge düşmeye başlamıştı ve adam gölgeyi yakalamaya çalışıyordu. Bir farkla tam yakalayacakken duruyor tutmuyordu. bütün gücüyle uzanıyor ama tutamıyordu. Ne kadar tutmak istese de düşmek eylemi düşenin seçimi ve isteğiydi çünkü. Bu tercih onundu. Yani
YanıtlaSilkaçışı kadardı
tutunacak en ağır yeri...