Bence
Açık konuşalım, korkağımdır kendime karşı. İçime kapandım; tam 3 yıl oldu!
Laf olsun diye değil; gerçekten. Kendim bile açamayacak kadar sıkı kapandı, üzerimden kilitledim.
Hayatımın sırrı müziktir. Piyano, yan flüt, gitar çalmışlığım ve hatta tuhaf olsa da TRT Ankara Türk Halk Müziği korosunda şakımışlığım vardır. :-) Neden bıraktım sorusunun tek yanıtı “kaçtım” olacaktır. İstediğim hayatı hatırlattıkları ve acı çektirdikleri için. Zira şu an yaptığım meslekle bu kadar ilintisiz bir başka uğraş daha olamazdı... Neticede ailem istemedi ve ben de bu işi daha fazla “hobi” olarak sürdürmek istemedim. Bu iş “hobi” olamayacak kadar kıymetliydi.
Şimdi elimde, Ankara Hoşdere'de mukim Yamaha Eğitim Merkezinde 13 yaşlarında bıraktığım bir piyanonun hatırası (ki zaten o hiçbir zaman benim olmamıştı), kardeşim tarafından Uludağ'a gidebilmek için benden habersiz satılmış el yapımı bir gitarın silüeti ve oksitlendiği için griden turuncuya dönmüş zavallı bir yan flüdün hurdası var. İnan flüdü elime almaktan bile korkuyorum! Zira devamında gelecek hayallerde Almanya'da bir akademi vardı... Çok yetenekliydim ya(!) hocam ısrarla beni çalıştırmak istiyordu.
Bir ara Meksika maceram olayazdı! “-e yazmak” çekimini hayatımda ilk defa senin için kullanıyorum; sanırım durumla birebir örtüşüyor. Her şey tamamdı, rüya gibi; hatta kızından ayrılamayan duygusal babadan izin koparılmıştı. Üniversite yeni bitmişti. Meksika'da (Tech de Monterrey'di galiba okulun adı), çok güzel bir old town Üniversitesi'nde İspanyolca dersi alacak; karşılığında da Türk Mutfağı dersi verecektim! :-) O dönem İspanyolca'ya takmış vaziyetteydim hatta yazışmalar esnasında bir kaç kelime bile kapmıştım. İşin tuhaflığı başından belliydi; çünkü Üniversitedeki hocayla kurulan iletişimde: “Türk Mutfağını bilir mi?” sorusu karşısında “çok iyi yemek yaptığım iddia edilmişti.
Külliyen yalandı çünkü o zamanlar makarna ve yumurta dışında bir şey yapabildiğim yoktu. Annemden alınacak 2 aylık hızlandırılmış kur kıvamındaki kurs sayesinde bu işi kotarabileceğime emindim çünkü yıllar yılı yemek programları izlemiş ve bu işin teorisini hatmetmiş bir bireydim! Onlar bana İspanyolca öğretecek ben de karşılığında onlara Türk Mutfağını; hem de uygulamalı(!) olarak anlatacaktım. Yemin ederim, “nasılsa yemeklerimizi bilmiyorlar, beceremesem bile kakalarım!” şeklindeki olsa olsa bir Türk'e yaraşır zihniyetimle yola çıkmaya hazırdım! Tabii bazı maddi problemler vardı. Orada nasıl geçinecek, ne yiyecek ne içecektim? Ailemden böyle bir destek isteyecek kadar rahat bir insan olamadım hiç. Bu zamana kadar ne yaptılarsa hep kendiliğinden yaptılar. Cebimde otobüs parası bile yokken isteyemediğimi çok bilirim... Tabii babam bunu bilse kendini öldürebilir. Benimki utanmak ile ilintili bir durumdu.
Araştırmalarıma göre Meksika o kadar ucuz bir yerdi ki biranın tanesi şimdiki para birimi ile 1 YTL'ye bile gelmiyordu! Birayla doyabilir miydim? :-) Hmm, tabii ki hayır. Bu bir kıyaslama metoduydu. Bira 1 Liraysa yemek daha da ucuz olacaktı elbet. Tabii kazın ayağı böyle olmadı. Konsolosluğa yazılan danışma nitelikli soru karşılığında alınan cevap beni korkuttu, ben o parayı bulamaz orada kurda kuşa yem olurdum alimallah! Bu güzel ve maceraperest hayal de böylece suya düştü... Annemlere de hiçbir açıklama yapmadım, vazgeçtim dedim. Ne oldu yine “maymun iştahlı” oldum!
Ankara ve Meksika uçuşum olayı dağıttı. Dönüyorum;
Uzun zamandır işe gitmek dışında evden pek çıkmadım, evden çıkmamak insanı daha da korkaklaştırır bilir misin, hiç geldi mi başına? Sen de denedin mi? İnsan topluluğu gözüne batar; ses, seda, her soluk dokunur; arkandan gelenler ürkütür; yüzüne bakanlar tiksindirir; gözlerini bir noktaya diker öylece yürüyüverirsin... Geçecek elbet.
Tek başıma içmeyi severim(eskisi kadar içmiyorum.) Tek başıma olmayı severim. Tek başıma ölmeyi severim. Bu yüzden tekrar evlenmemek kanaatindeyim. Bunu itiraf ettiğim kimseler, yani annem, teyzem ya da dostlar sanki çok manyakça bir fikirmiş gibi yüzüme, gözüme gözüme bakar her seferinde! Neden neden neden illa ki evlenmelyim?! Ben bu ülkeyi çok seviyorum ama işin gerçeği bu ülkede yaşamak için yaratılmamışım. Benim burada yaşayabilmem ve mutlu olabilmem için daha çok sular akması gerek. Çok matah bir şey olduğumdan değil, aksine her şeyi çok normal karşılamamdan ötürü bu böyle. Bu gidişle ya yaptıklarım çevremdekileri ya da sorumluluk duygum beni bitirecek.
İntihara meyilli miyim? Hayır! Kesinlikle değilim.
Mesleki yönden mercek altına alındığımda çok çalışkanım. Gereğinden fazla hem de. Engelleyebildiğim bir şey değil. Elimden gelse engellerdim çünkü zamanında atıp tutmayı biliyordum: “Ben sadece çalışmak için doğmadım, ruhlarımızı öldürmeyelim, nefes alalım, kapitalizmin kulu kölesi olmayalım” diye! Ne oldu? Yaşadığımız hayat ne kadar da sosyalist ve rüyalar ne kadar güzel değil mi?! Müsaade alamadık haliyle. Kapitalizmin göbek deliğinde bizzat ben oturuyorum! O deliğe birikmiş pamucaklar arasında boğuluyor, bazen pisleniyor, bazen gıdıklanıyorum. Peki neden vazgeçemiyorum? Çünkü seviyorum arkadaş! Manyak gibi çalışmayı tuhaf biz hazla seviyorum. Bilmeyi seviyorum, görmeyi, okumayı, öğrenmeyi... Bu yüzden günlerim, saatlerim bana yetmiyor, telaşlanıyorum. Ne kadar eksik öleceğiz farkında mısın? Aslında bir hiç olarak öleceğiz...
Bunun dışında kendimi yerimden kaldırmak konusunda çok enerjik olduğum söylenemez. Sadece
Laf olsun diye değil; gerçekten. Kendim bile açamayacak kadar sıkı kapandı, üzerimden kilitledim.
Hayatımın sırrı müziktir. Piyano, yan flüt, gitar çalmışlığım ve hatta tuhaf olsa da TRT Ankara Türk Halk Müziği korosunda şakımışlığım vardır. :-) Neden bıraktım sorusunun tek yanıtı “kaçtım” olacaktır. İstediğim hayatı hatırlattıkları ve acı çektirdikleri için. Zira şu an yaptığım meslekle bu kadar ilintisiz bir başka uğraş daha olamazdı... Neticede ailem istemedi ve ben de bu işi daha fazla “hobi” olarak sürdürmek istemedim. Bu iş “hobi” olamayacak kadar kıymetliydi.
Şimdi elimde, Ankara Hoşdere'de mukim Yamaha Eğitim Merkezinde 13 yaşlarında bıraktığım bir piyanonun hatırası (ki zaten o hiçbir zaman benim olmamıştı), kardeşim tarafından Uludağ'a gidebilmek için benden habersiz satılmış el yapımı bir gitarın silüeti ve oksitlendiği için griden turuncuya dönmüş zavallı bir yan flüdün hurdası var. İnan flüdü elime almaktan bile korkuyorum! Zira devamında gelecek hayallerde Almanya'da bir akademi vardı... Çok yetenekliydim ya(!) hocam ısrarla beni çalıştırmak istiyordu.
Bir ara Meksika maceram olayazdı! “-e yazmak” çekimini hayatımda ilk defa senin için kullanıyorum; sanırım durumla birebir örtüşüyor. Her şey tamamdı, rüya gibi; hatta kızından ayrılamayan duygusal babadan izin koparılmıştı. Üniversite yeni bitmişti. Meksika'da (Tech de Monterrey'di galiba okulun adı), çok güzel bir old town Üniversitesi'nde İspanyolca dersi alacak; karşılığında da Türk Mutfağı dersi verecektim! :-) O dönem İspanyolca'ya takmış vaziyetteydim hatta yazışmalar esnasında bir kaç kelime bile kapmıştım. İşin tuhaflığı başından belliydi; çünkü Üniversitedeki hocayla kurulan iletişimde: “Türk Mutfağını bilir mi?” sorusu karşısında “çok iyi yemek yaptığım iddia edilmişti.
Külliyen yalandı çünkü o zamanlar makarna ve yumurta dışında bir şey yapabildiğim yoktu. Annemden alınacak 2 aylık hızlandırılmış kur kıvamındaki kurs sayesinde bu işi kotarabileceğime emindim çünkü yıllar yılı yemek programları izlemiş ve bu işin teorisini hatmetmiş bir bireydim! Onlar bana İspanyolca öğretecek ben de karşılığında onlara Türk Mutfağını; hem de uygulamalı(!) olarak anlatacaktım. Yemin ederim, “nasılsa yemeklerimizi bilmiyorlar, beceremesem bile kakalarım!” şeklindeki olsa olsa bir Türk'e yaraşır zihniyetimle yola çıkmaya hazırdım! Tabii bazı maddi problemler vardı. Orada nasıl geçinecek, ne yiyecek ne içecektim? Ailemden böyle bir destek isteyecek kadar rahat bir insan olamadım hiç. Bu zamana kadar ne yaptılarsa hep kendiliğinden yaptılar. Cebimde otobüs parası bile yokken isteyemediğimi çok bilirim... Tabii babam bunu bilse kendini öldürebilir. Benimki utanmak ile ilintili bir durumdu.
Araştırmalarıma göre Meksika o kadar ucuz bir yerdi ki biranın tanesi şimdiki para birimi ile 1 YTL'ye bile gelmiyordu! Birayla doyabilir miydim? :-) Hmm, tabii ki hayır. Bu bir kıyaslama metoduydu. Bira 1 Liraysa yemek daha da ucuz olacaktı elbet. Tabii kazın ayağı böyle olmadı. Konsolosluğa yazılan danışma nitelikli soru karşılığında alınan cevap beni korkuttu, ben o parayı bulamaz orada kurda kuşa yem olurdum alimallah! Bu güzel ve maceraperest hayal de böylece suya düştü... Annemlere de hiçbir açıklama yapmadım, vazgeçtim dedim. Ne oldu yine “maymun iştahlı” oldum!
Ankara ve Meksika uçuşum olayı dağıttı. Dönüyorum;
Uzun zamandır işe gitmek dışında evden pek çıkmadım, evden çıkmamak insanı daha da korkaklaştırır bilir misin, hiç geldi mi başına? Sen de denedin mi? İnsan topluluğu gözüne batar; ses, seda, her soluk dokunur; arkandan gelenler ürkütür; yüzüne bakanlar tiksindirir; gözlerini bir noktaya diker öylece yürüyüverirsin... Geçecek elbet.
Tek başıma içmeyi severim(eskisi kadar içmiyorum.) Tek başıma olmayı severim. Tek başıma ölmeyi severim. Bu yüzden tekrar evlenmemek kanaatindeyim. Bunu itiraf ettiğim kimseler, yani annem, teyzem ya da dostlar sanki çok manyakça bir fikirmiş gibi yüzüme, gözüme gözüme bakar her seferinde! Neden neden neden illa ki evlenmelyim?! Ben bu ülkeyi çok seviyorum ama işin gerçeği bu ülkede yaşamak için yaratılmamışım. Benim burada yaşayabilmem ve mutlu olabilmem için daha çok sular akması gerek. Çok matah bir şey olduğumdan değil, aksine her şeyi çok normal karşılamamdan ötürü bu böyle. Bu gidişle ya yaptıklarım çevremdekileri ya da sorumluluk duygum beni bitirecek.
İntihara meyilli miyim? Hayır! Kesinlikle değilim.
Mesleki yönden mercek altına alındığımda çok çalışkanım. Gereğinden fazla hem de. Engelleyebildiğim bir şey değil. Elimden gelse engellerdim çünkü zamanında atıp tutmayı biliyordum: “Ben sadece çalışmak için doğmadım, ruhlarımızı öldürmeyelim, nefes alalım, kapitalizmin kulu kölesi olmayalım” diye! Ne oldu? Yaşadığımız hayat ne kadar da sosyalist ve rüyalar ne kadar güzel değil mi?! Müsaade alamadık haliyle. Kapitalizmin göbek deliğinde bizzat ben oturuyorum! O deliğe birikmiş pamucaklar arasında boğuluyor, bazen pisleniyor, bazen gıdıklanıyorum. Peki neden vazgeçemiyorum? Çünkü seviyorum arkadaş! Manyak gibi çalışmayı tuhaf biz hazla seviyorum. Bilmeyi seviyorum, görmeyi, okumayı, öğrenmeyi... Bu yüzden günlerim, saatlerim bana yetmiyor, telaşlanıyorum. Ne kadar eksik öleceğiz farkında mısın? Aslında bir hiç olarak öleceğiz...
Bunun dışında kendimi yerimden kaldırmak konusunda çok enerjik olduğum söylenemez. Sadece
dönem dönem tuhaf bir hareket gelir üzerime!
Baba parası yemem, O'na kıyamam! Ama param olsa babama seve seve yediririm. Dünyanın en güzel adamına duyduğum bu aşkın tarifi yoktur. Pek çok gece gözde yaşa sebeptir, kendisi durumdan habersiz! O bensiz başını yastığa koyamaz ama benim onsuz yarım olduğumu bilmez. Çünkü anlatmam. Ben çoğu zaman hiçbir şeyi anlatmam...
Peki öyleyse neden anlattım? BİLMİYORUM!
Bir şey söyleyeyim mi. Sanırım benziyoruz birazcık!
Yorumlar
Yorum Gönder