Acemi Öykü-3

-Tuğrul!! Ne işin var senin İstanbul'da?
-Hala çok güzeller...
-Ne utanmaz adamsın sen, hiç mi değişmez insan? Vazgeç şunlara bakmaktan.
-İyi de memnun olman lazım, pütürcük diyip şikayetleniyordun el kadar çocukken!
-Çocuktuk çocuk! Beni bırak, sen ne yapıyorsun burada; İstanbul'da yaşanmaz derdin hep?
-Yaşadığımı nereden çıkardın ki?
-Bilmem...

***

Hayatın onları biraraya getirdiği ilk günden bu yana tesadüflerin binbir çeşidi ile örülmüş dünyaları, bir tesadüf daha hazırlamıştı! İkisi de hala İstanbul'da yaşamıyordu ve buna rağmen yolları İstanbul'da kesişmişti! Dördüncü ve son kez...

Tuğrul gülümsüyor, Derya ise öylece duruyordu. Boş bakışlar ve kaygı. Hissettiği tek şey katıksız bir kaygıydı! Tuğrul'u 6 yıl sonra ilk defa görüyordu. "Basbayağı çirkinleşmiş; zarganaya dönmüş..." dedi içinden. Belki de Derya'nın biçimsiz aşkını, dibi tutmuş yemek artığı gibi boca edip gittiği için öyle göründü gözüne, belirsiz. Bir an düşündü ama artık, önemi de yoktu.

***
Birbirlerini ilk kez gördüklerinde Derya 9, Tuğrul'sa 11 yaşındaydı. Yağmur faslı bitmişti çünkü Yağmur'un, İrem'e aşık olduğu yönünde spekülasyonlar vardı. Kısacası Derya, o yaşta bile, kendisine aşık olmayan bir erkeğe yamanacak kadar akılsız değildi!

Ankara'nın güzel ve gri olmayan bir semtinde, yeşil bir ağacın sınır çizdiği, karşılıklı apartmanlarda yaşıyorlardı. İşin daha da tuhaf yanı yazlıkları da aynı yerdeydi ancak henüz ikisi de değme senaryolara taş çıkaracak bu tesadüften habersizdi!

Başlarda Tuğrul'dan nefret ediyordu çünkü Tuğrul, kendisi dışında herkesle arkadaş olmuştu. Bu kıvırcık saçlı çocuğu niye bu kadar seviyorlar diye düşünüp durduğu bir gün, Hanifi Amcasının: "Şu Tuğrul da tıpkı bez bebeklere benziyor!" cümlesi eşliğinde attığı şen kahkaha ve ağzından saçılan tükürükle yüreğine/yüzüne su serpilmişti(!) Doğru ya! Neden daha önce düşünememişti, çocuk oyuncağa benziyordu ve şu an çevresindeki herkes oyun yaşındaydı. O'nun bez bebeğe benzemesi, nefretini dindirecek, şefkatini artıracak değildi elbet! Tuğrul hakkında hain planları vardı...

İşin itiraf kısmına gelecek olursak; Derya Tuğrul'a kendini göstermek istiyor; bunun için sürekli salonun perdelerini sonuna kadar açıp O'ndan habersiz televizyon izliyor numarası çekiyordu. Bir de olur olmaz vakitlerde sarı patenlerini ayağına geçirip apartmanın beton zemininde "soft teker"leri ile havasını atıyordu zira soft teker o devirde patenin Mercedes'i gibi bi' şeydi. Bu tür faaliyetlerinin, Tuğrul'un ailesi ile balkonda yemek yediği saatlere denk gelmesi Derya'nın annesinin dikkatini çekmişti. Şeytanın işine bakın ki Tuğrul bir türlü Derya'yı görmüyordu. Hem ayrıca bu ne mutlu çocuktu, sürekli gülüyordu; mahallenin delisi gibi! Ayrıca kulakları da kocamandı.

İşin itiraz kısmına gelecek olursak; birilerinin çıkıp "Durun, bu çocuklar hiçbir şekilde tanışmamalı; aksi takdirde Derya ileride mutsuzluktan ölecek!" diye haykırarak sahneye girmesi gerekirdi.

Tam altı saniye farkla;
artık çok geç kalınmıştı!

Yorumlar

  1. İnsan neyi merak ediyor biliyor musun? Televizyon izliyor numarası yaparken televizyon açık mıydı yoksa kapalı mı? Şaka şaka!
    Anlatımın çok hoş ve eğlenceli, alaycı ve eleştirel yönünü yine konuşturmuşsun. Güzel gidiyor...
    Dip not: Bir kaç bölüm önce Derya ile ilgili yaptığın fiziki eleştiriyi bu bölümde hızla toparlamış olmana bakılırsa deryaya düşkün bir tarafın var gibi :) Eleştirilmesini kaldıramıyor gibisin :)
    Şaka bir yana merak uyandırdı...

    YanıtlaSil
  2. Televizyon açıktı! Hem de hep müzik kanalları aranıp bulunuyordu ve Derya aynı zamanda oynuyordu. En acısı da bu. :)

    YanıtlaSil
  3. Sen onu bunu bırak da asıl senin öyküne ne oldu? Kadın nerede?

    YanıtlaSil
  4. Kadın'a ara verdim. İstanbul'a gideceğim 15 gün sonra orada devam edeceğim yazmaya... Şu sıralar Yazdığım tiyatro oyununu toparlamakla meşgulüm. Bir de Şizofren adlı bir şey karalıyorum... Yani Kadın'ın ilk bölümü on beş gün sonra olacak.

    YanıtlaSil
  5. Tamam, sonu gelecekse sorun yok. Benim Acemi'ye dair tek derdim yazıp yazıp sonunu getirememek de! :)

    YanıtlaSil
  6. Ben de senin öykü için aynı kaygıyı taşıyorum. Ama yazamayacağından değil, aksine bir önceki yorumumda da belirtmiştim altından kalkarsın. Ben hikayenin sana gelişi ve bizzat gidişatının bitmemiş bir süreci aktarması gerçekliğinden yola çıkarak söylüyorum.
    Gerçi bitirmek önemli değil. Hatta kafamda kurduğum böyle bir proje bile var benim. Bitmemiş tam yarsında kalmış bir yazın. Sonunu okuyucunun hayal gücüne teslim edeceğim...
    Bu arada büyümüş de küçülmüş çocuklara döndük, yani en azından ben böyle bir yazar havasında konuşuyorum da...
    Her neyse! Sen yaz sonu için kaygılanma...

    YanıtlaSil
  7. Valla beceremezsem de napalım artık, olduğu kadar. Dert ettiğimize değmez. Yazıp yazıp hafiflemek muhteşem bir duygu!

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Haydi Abbas Vakit Tamam Pilates Diyordun İşte Oldu Reklam!

EŞKİ